Daru’s-Sunne
Hadis ve sünneti nebinin öğrenimi için kurulan medrese.
"Yer, mekân, ev" gibi anlamlara gelen dâr ile sünnet kelimesinden oluşan dâru’s-sunne "Sünnet ve hadis okutulan yer" demektir. Bu müesseselere "dârü'l-hadis", "dârü's-sünneti'n-nebeviyye" veya "dârü's-sünneti'l-Muhammediyye" adı da verilmiştir.
Darussunne Medine’nin isimlerinden biridir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekke'den hicret ederek Medine'ye yerleşmesinden sonra, İslâm'ın esasını teşkil eden hükümlerin büyük çoğunluğunun bu şehirde ortaya konduğunu ve bütün dünyaya buradan yayılmaya başladığını belirtmesi sebebiyle diğer isimler arasında Dârüs-sünne (sünnet yurdu) ismi daha çok benimsenmiştir. İslâmiyet'in Mekke dönemi dinin öğrenilmesinden çok imanın korunması için verilen mücadele yıllarıdır. Bu devirde dinî hükümleri belirleyen âyetlerin sayısı pek az olduğu için onları açıklayan sünnet de fazla değildir. Din esaslarının bizzat Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tatbikatıyla öğrenilmesi Medine devrinde gerçekleştiği ve başta Hulefâyi Râşidîn olmak üzere ileri gelen sahabe burada yaşadığı için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetini yakından görüp öğrenmek İsteyen müslümanlar Medine'ye yönelmişlerdir.
Dârüssünne tabirinin ilk defa Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ömer radıyallahu anh son haccı sırasında hilâfetiyle ilgili olarak bazılarının ileri geri konuştuğunu duyunca hemen o akşam bir toplantı yapmak istemiştir. Mina'da karşılaştığı Abdurrahman b. Avf ise böyle hassas bir konuyu sıradan kimselerin katılacağı bir mecliste konuşmanın doğru olmayacağını söyleyerek meseleyi görüş ve anlayış sahibi kimselerin bulunduğu "dârü'l-hicre ve's-sünne" olan Medine'ye bırakmasını teklif etmiş, o da bu tavsiyeyi benimsemiştir.[1]
Hicret yurdu ve sünnet ocağı olması sebebiyle Medine'nin sağlam görüşlü şahsiyetleri barındırdığı kanaatine Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma'da da rastlanmaktadır. Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh ile Abdülmelik b. Mervân kendisini istişare için yanlarına çağırdıkları zaman İbn Ömer radıyallahu anhuma onlara: “Gerçekten müşavere etmeyi düşünüyorsanız dârü'l-hicre ve's-sünneye gelmenizi tavsiye ederim” diye haber göndermiştir.
Bizzat Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine'nin önemini belirtirken körüğün demirin kirini yok ettiği gibi Medine'nin de kötü kimseleri dışarı atacağını, müminlerin Medine'de toplanacağını, orayı meleklerin koruması sebebiyle veba hastalığı ile deccâlin bu beldeye giremeyeceğini, evi ile minberi arasındaki yerin cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu söylemesi,[2]bunlara ilâve olarak Medine'de vefat edip yine oraya gömülmesi gibi sebepler bu şehrin sünnet yurdu olarak müslümanlar nazarındaki değerini daha da arttırmıştır.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in Mekke döneminde ilk dersleri verdiği Erkam b. Ebü'l-Erkam'ın evi sonraki yıllarda da öğretim için bir müddet kullanılmıştır. Mahreme b. Nevfel'in Mescid-i Nebevî yanında bulunan evine "dârülkurrâ" denilmesi ve "kurrâ" kelimesinin genel olarak Kur'an ve Sünnet'i bilen ilim ehlini ifade etmesi[3], hicretten sonra da bazı evlerin birer mektep gibi kullanıldığını göstermektedir. Ebü'l-Hasan el-Huzâiye göre bu ev medreselerin doğmasına öncülük etmiştir[4]. Daha sonraki dönemlerde bazı hadis âlimleri evlerinde oluşturdukları meclislerde hadis öğrenimini sürdürmüşlerdir. Medreselerin kurulmasından önce eğitim ve öğretim için en çok kullanılan mekânlar mescidlerdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in kadın erkek herkese ders verdiği Mescid-i Nebevî, daimî talebeleri olan ehl-i Suffe ile âdeta bir medrese hüviyetini taşıyordu. Mescidler zaman içinde bilhassa hadis öğrenimi için çok önemli görevler yüklendiler. Mescidlerde değişik ilimlerin okutulduğu meclisler kurulurdu. Genel olarak hadislerin müzakere edilip yazdırıldığı meclislere "meclisü'l-ilm" ve "meclisü'l-imlâ" denirdi. Bu meclislere, talebelerin hocanın etrafında toplanması sebebiyle Nebî sallallahu aleyhi ve sellem döneminden başlayarak "halka" da denilmiştir. Ders veren hocanın şöhretine göre halkalar büyür, verilen dersin daha iyi duyulabilmesi ve metinlerin doğru bir şekilde yazılması için hocanın sözlerini tekrarlayan ve kendilerine "müstemlî" denilen yardımcılar tayin edilirdi.
Mescidlerde o şehrin muhaddisleri ders verdiği gibi buralar, ilmî seyahatleri dolayısıyla şehre gelen meşhur muhaddislerin hadis derslerine de tahsis edilirdi. İmam Buhâri, III. (IX.) yüzyılın başlarında Basra'ya geldiğinde mescidde binlerce talebenin iştirak ettiği ilim meclislerinde hadis okuttu.[5]Kendi alanında otorite olan ilim ehlinin ders vermesi serbest olmakla beraber genellikle siyasî otoriteden de izin alınırdı. Hatîb el-Bağdâdî Mansûr Camii'nde ders vermek için bizzat halifeye başvurmuş, halife de hocanın farklı görüşlerine gösterilecek muhtemel tepkilere karşı güvenliğin sağlanması için nakîbü'n-nükabâya (nakîbü'l-Hâşimiyyîn) gerekenin yapılmasını emretmişti.[6]
Ders halkalarının ve onlara iştirak eden öğrencilerin çoğalması sebebiyle camiler dışında yeni müesseselere ihtiyaç duyuldu. Önceleri dârüssünne diye anılan bu medreselerin doğmasında Nîşâbur'un öncülük ettiği anlaşılmaktadır. Müftü ve muhaddis Ebû Bekir Ahmed b. İshak es-Sıbgî'nin (ö. 342/954), kendisine ait olan dârüssünnenin işlerini yürütmesi ve vakıflarını yönetmesi için talebesi Hâkim en-Nîsâbûriye vasiyette bulunması[7], Nîşâbur'da IV. (X.) yüzyılın ilk yarısında dârüssünnenin kurulmuş olduğunu ortaya koymaktadır. Dârüssünneye birtakım vakıfların tahsis edilmesi bu müessesenin geniş ve teşkilâtlı olduğunu, her bir mecliste "bin mürekkep hokkası sayılabilmesi" de[8]hadis derslerine devam eden öğrencilerin çokluğunu göstermektedir.
Nîşâbur'da tesis edilen dârüssünnelerden farklı olmamakla birlikte dârül-hadis adıyla müstakil bir öğretim müessesesi ilk defa Dımask'ta (Şam) kurulmuştur. Kurucusu olan Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî'ye (1146-1174) nisbetle Dârü'l-hadîsi'n-Nûriyye diye adlandırılan bu müessese, büyük muhaddis ve tarihçi İbn Asâkir (ö. 571/1175) adına yaptırılmıştır[9]. Dârül-hadisin Selâhaddîn-i Eyyûbinin zevcesi İsmet Hatun tarafından inşa ettirildiği görüşü tarihî gerçeklere uymamakla birlikte muhtemelen onun da bu müesseseye bazı hizmetleri olmuştur. Binanın kitabesi mevcut olmadığı için yapılış tarihi belli değildir. Nûreddin Mahmud Zengî'ye ait tarihî binalar üzerine bir çalışma yapan Fransız müsteşriki Nikita EIisseeff'e göre dârülhadis 566 (1170) tarihinde inşa edilmiştir[10]. İbnü'1-Esîr, Nûreddin Mahmud Zenginin bu dârülhadis ve ayrıca hadisle meşgul olanlar için büyük vakıflar tesis ettiğini söyler[11]. 16,30 X 17,20 m . ebadında bir bina olan Dârü'lhadîsi'n-Nûriyye, 1893'te geçirdiği yangın sonucunda kuzey ve güney cephesindeki birkaç duvar dışında tamamen harap olmuştur.
Eyyûbîler ve Memlükler devrinde Dımaşk'ta yeni dârülhadisler kuruldu. Bunlar arasında, Vezir Kadı el-Fâzıl tarafından tesis edilen Fâzıliyye (593/1196 civarı), Emeviyye Camii bünyesinde yer alan Urviyye (617/1220), el-Melikü'l-Eşref Musâ tarafından kurulan el-Eşrefıyyetü'1-Cevvâniyye (630/1232) ve el-Eşrefiyyetü'l-Berrâniyye (634/1236), Dımaşk beytülmâlinde görevli Cemâleddin b. Kürûs'un tesis ettiği Kürüsiyye (641/ 1243), el-Melikü'n-Nasır II. Selâhaddîn tarafından kurulan Nâsıriyye (654/1256), İbn Şükayşika tarafından tesis edilen Şükayşakiyye (657/1259), Sultan Baybars tarafından yenilenen Sükkeriyye (674/1275), Nefîs İsmail el-Harrâninin kurduğu Nefîsiyye (696/1297), Seyfeddin es-Sâmerrî'nin kurduğu Sâmerriyye (696/1297) ve Alemüddin Sencer'in kurduğu Devâdâriyye (698/1299) dârülhadisleri zikredilebilir.
Bunların bir kısmı dârülhadis olarak vakfedilmiş zengin konaklarıydı. Dımaşk'ın tarihî evlerinden bazıları, genellikle ortada havuzlu bir avlu etrafında dizilen odalar şeklindeki planlarıyla Nûriyye Dâ-rülhadisi'ni andırmaktadır. Nuaymî, Dımaşk'ta kurulan on altı dârülhadisin adını vermektedir. Onun medreseler arasında saydığı Ziyâiyye'yi Şemseddin İbn Tolun dârülhadis olarak zikrettiğine göre bu rakamı ihtiyatla karşılamak gerekir[12] Dımaşk'ta kurulan dârülhadisler içinde el-Melikü'1-Eşref Musa'nın yaptırdığı Eşrefiyye dârülhadislerinin ayrı bir önemi vardır. Bunlardan Cevvâniyye 15 Şaban 630'da[13] öğrenime açılmış, meşihatına tayin edilen büyük muhaddis İbnü's-Salâh, sultanın da hazır bulunduğu mecliste hadis dersi takrir etmiştir. Kısa zamanda büyük üne kavuşan dârülhadisin hocaları arasında İbnü's-Salâh'tan başka İbn Rezîn, Yahya b. Şeref en-Nevevî, İbn Hallikân, Ebû Şâme el-Makdisî ve İbn Hacer el-Askalânî gibi meşhur âlimler de bulunuyordu.
Nûriyye Dârülhadisi'nin ardından Suriye ve Mısır'da bu müesseselerin sayısı artmaya başladı. el-Melikü'1-Kâmil Nâsırüddin, Nûriyye Darülhadisinden esinlenerek Kahire'de bir dârülhadis yaptırdı. Kurucusuna nisbetle Dârü'l-hadîsi'l-Kâmiliyye adıyla anılan ve 621'de (1224) tamamlanan bu müessesenin başına Ebül-Hattâb b. Dihye getirilmişti. Ondan sonra birçok meşhur âlim burada hocalık yaptı.[14]
VIII. (XIV.) yüzyılın sonlarında Kahire'de bulunan yetmiş üç medresenin İkisi dârülhadisti. Kudüs'te de bir dârülhadis vardı. Bunların sayısının daha sonraki asırlarda arttığı muhakkaktır. Evliya Çelebi Mısır'da 860, sadece Ezher Camii etrafında ise kırk dârülhadisten söz eder[15]. Mübalağalı gibi görünen bu rakama camilerdeki hadis meclisleri de dahil edilmiş olmalıdır. Nitekim Evliya Çelebi İstanbul'dan söz ederken bütün selâtin camilerinde Buhârî, Müslim ve Meşarıktaki (Meşâriku'l-envâr) hadislerin okutulduğunu söyler ve medrese dışında kaydıyla üç dârülhadisin adını verir.[16]
Dârülhadisler ya müstakil veya dârül-kur'ânla müşterek olarak faaliyet gösteriyordu; bazıları ise bir medrese bünyesinde bulunuyordu. Abdüllatîf el-Bağdadînin (ö. 629/1231) Musul'da İbn Muhacir Medresesi'nin alt katında açtığı dârül-hadis medrese bünyesindeki dârülhadislere bir örnek teşkil eder. Bağdat'ta kurulan ünlü Müstansıriyye Medresesi'nin ayrı bir bölümü de dârülhadis olarak planlanmıştır. Medreseye tayin edilen dört müderristen biri "şeyhü'1-hadîs" idi.[17]
Günümüze ulaşan vakıf belgeleri dârülhadislerin idaresi hakkında genel bir fikir vermektedir. Dârü'l-hadîsil-Eşre-fiyyeti'l-Cevvâniyye'de çalışanların başında, İmam Sübkfnin naklettiği vakfiyesine göre[18] nazır adı verilen bir görevli bulunmaktaydı. Nazırın müesseseyi idare etmek, vakfedilen mülklerin gelirlerini toplayıp gereken yerlere harcamak, dersleri kontrol etmek, maaşları dağıtmak gibi görevleri vardı. Dârülhadisin imarı, tefrişi, temizliği, aydınlanması ve diğer ihtiyaçlarının temini, bunun yanında vakıf gayri menkullerinde çalışanların geçiminin sağlanması da nazırın görevleri arasındadır.
Öğretim üyeliği derecelerinin en yükseği olan dârülhadis meşihatına bilhassa hadis ilminde en üst seviyede olanlar, rivayet ve dirayet ilmini en iyi bilenler tayin edilirdi. Bunların aldığı maaş (aylık 90 dirhem) diğer müderrislerin maaşından fazla idi.
Dârülhadis mescidinde namaz kıldırmak ve şartlarını haiz ise kırâat-i seb'a okutmak üzere bir imam tayin edilirdi. Bazan bu görevi "mukrî" denilen kıraat hocası da yapabilirdi. Bu takdirde onun maaşı aylık 60 dirhem olurdu. İmamlık ve mukrîlik için ayn kişilerin görevlendirilmesi halinde bu para aralarında taksim edilirdi. Mescidde 20 dirhem maaş alan bir de müezzin vardı. Dârülhadiste ayrıca hadis kârii bulunurdu ki kendisine 24 dirhem maaş ödenirdi.
Suriye bölgesi dışından "âlî isnad" elde etmek için gelen şeyhler dârülhadiste misafir edilir ve kendilerine her gün için 2 dirhem verilirdi. Ayrıca hadis alma işini tamamladıklarında da 30 dinar alırlardı. Suriye bölgesinden veya Dımaşk'ın içinden olanlara ise daha az ücret ödenirdi.
Hadis öğrencilerinin aylık 8 dirhem olan bursları gayretleri oranında arttırılır, hadis kitaplarından birini ezberleyecek kadar çalışkan olanlar nazır tarafından ödüllendirilirdi. Hadis dinleyenlere de teşvik için ayda 3-4 dirhem verilmekle beraber kabiliyetlerine göre bu miktar 8 dirheme kadar çıkabilirdi. Buna karşılık vakfiyelerde sayıları onla sınırlandırılmış olan kırâat-i seb'a öğrencilerine aylık 10 dirhem burs verilirdi.
Dârülhadis kütüphanesindeki kitapları muhafaza etmek, bunları okuyuculara çıkarmak, eserlerin tamiri ve yeni kitap sağlanması için nazıra bilgi vermek gibi görevleri olan memurun (hâzin) maaşı 18 dirhemdi. Dârülhadiste ayrıca 18'er dirhem maaş alan mürettip ve nakîb denilen görevlilerle 15'er dirhem maaşı olan kapıcı ve iki müstahdem görev yapmaktaydı.
Dımaşk dârülhadislerinde Sahîhayn, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî'nin sünenleri, Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'i gibi meşhur hadis kitapları yanında fıkıh, tefsir ve kırâat-i seb'a da okutulurdu. Buralarda okuyan öğrencilerin arasına girebilmek için genel eğitim veren medreselerde belli bir seviyeye kadar çıkmak gerekiyordu.
Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar'da Daru's-Sunne veya Dâru'l-Hadis:
Anadolu dışındaki İslâm dünyasında dârülhadislerin ardarda çoğalmaya başladığı devirler, Anadolu Selçuklu Devleti'nin iki ünlü hükümdarının, 1. Alâeddin Keykubad ile (1220-1237) II. Gıyâseddin Keyhusrev'in (1237-1246) iktidarları zamanına rastlamaktadır. Bu iki hükümdar döneminde Anadolu'da pek çok medresenin yapıldığı bilinmektedir. Ancak bu medreseler ve özellikle dârülhadislerle ilgili yeterli araştırma henüz yapılmamıştır. Nitekim Anadolu Selçukluları döneminin dârülhadisleri söz konusu edilirken yalnız Konya İnce Minare Dârülhadisi'nin ele alınıp arkasının getirilemeyişi bunu açıkça göstermektedir. Halbuki İnce Minare Dârülhadisi'nden yaklaşık otuz beş yıl önce yapılan Çankırı Dârülhadisi bu dönemin en eski dârülhadis müessesesidir. Günümüzde Taşmescid diye anılan bu müessese, Osmanlı dönemi kaynaklarında Cemâleddin Medresesi[19] veya Çankırı Medresesi[20]adıyla kaydedilmektedir. Orijinal kitâbesiyle günümüze kadar gelebilen bu dârülhadis, Selçuklu atabeglerinden Cemâleddin Ferruh b. Abdullah tarafından 640 (1242) yılında yaptırılmıştır. Bu tarih, Dımaşk ve Kahiredeki ilk dârülhadislerin ve ünlü Müstansıriyye Medresesinin yapılış tarihlerine oldukça yakındır. Altı türbe, üstü dârül-hadis olarak yapılan binanın dört satır halinde mermer zemine kabartma olarak sülüs hatla yazılmış bulunan kitabesinde yapım tarihi ve banisinin adı açıkça görülmektedir. Çankırı Dârülhadisi Dımaşk, Kahire ve Bağdat gibi kültür merkezlerinde dârülhadislerin yaygınlaşmaya başladığı yıllarda Anadolu'da yine bir başka Selçuklu atabeğinin himayesinde aynı müesseselerin kurulduğunu gösterir. Bu bina hatalı bir tanıtımla bazı literatüre "Çankırı Dârüşşifâsı" başlığı altında veya dârüşşifâ ile irtibatlandırılarak geçmektedir.
Çankırı Dârülhadisi'nden otuz yıl sonra ikinci bir dârülhadis Sivas'ta yaptırılmıştır. Sivas'ta Anadolu Selçukluları devrine ait Şifâiye (616/1219), Burûciye (670/ 1271-72), Çifte Minareli (670/1271-72) ve Sâhibiye (670/ 1271-721 olmak üzere dört büyük medrese bulunmaktadır. Bunları konu edinen çatışmalarda eserlerin fonksiyonları anlatılırken umumiyetle Çifte Minareli Medrese dârülhadis şeklinde tanıtılmaktadır[21]. Sivas'ta dârül-hadis olarak yapılan medrese Çifte Minareli değil Sâhibiye Medresesi (Gökmedrese) olmalıdır. Zira Çifte Minare'nin dârülhadis olduğunu gösteren bir vesika yoktur; bu tanıtım Uzunçarşılı'nın, "Vezir Şemseddin Medresesi de denilen ve halk arasında dârülhadis veya Çifte Minare diye mâruf olan bu medrese"[22]ifadesine dayanmaktadır. Medrese portalinin alınlığındaki fıkıh öğrenimine dair âyetle[23] Taçkapı ana nişinin sağ ve solundaki mihrâbiyelerin üstündeki yine fıkıh öğrenimiyle ilgili hadislerden hareketle burasının fıkıh ağırlıklı bir genel medrese olduğu söylenebilir. Gökmedrese ise odaların fonksiyonlarına uygun olarak binanın değişik yerlerine yazılmış bazı âyetlerle hadislerden ve Ali radıyallahu anh’ın sözlerinden seçilmiş kitabelerinin yanında dârülkurrâ ve mescidiyle de tam bir dârülhadis hüviyetini taşımaktadır. Bir başka husus da Gökmedrese'nin bânisiyle Konya İnce Minare Dârülhadisi'nin kurucusunun aynı Selçuklu veziri oluşudur. Vezir Sahib Ata Fahreddin Ali'nin (ö. 684/ 1285) her iki şehirde benzer iki müessese kurmuş olması daha mâkul görünmektedir.
Anadolu'da tesis edilen üçüncü dârülhadis Konya'daki İnce Minare Dârülhadisi'dir. Vezir Sâhib Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılan bu müessesenin bir sanat şaheseri olan binası günümüze kadar gelmiştir. Kitabesi mevcut olmadığından yapılış tarihi konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan 675 (1276) ve 678 (1279) yılları gerçeğe daha yakın görünmektedir. Medresenin dârülhadis olarak yapıldığı vakfiyesinden anlaşılmaktadır.[24]
Bu dârülhadisten yaklaşık kırk yıl sonra Erzurum'da İlhanlılar tarafından bir başka dârülhadis yaptırılmıştır. Ahmediye Medresesi adıyla bilinen bu eserin 714 (1314) tarihli kitabesi günümüze kadar gelmiştir. Murat Paşa Camii'nin hemen bitişiğinde bulunan binanın kitabesinde yer alan kırk hadis ezberlemenin faziletine dair hadisten binanın bir dârülhadis olduğu anlaşılmaktadır. Kitabede yapım tarihi ve banisinin adı da açıkça görülmektedir.
Anadolu Selçukluları devrinde yapılan diğer dârülhadisler hakkında henüz yeterli bilgi elde edilememiştir.
Osmanlı döneminde ilk dârülhadisin I. Murad devrinde (1360-1389) Çandarlı Hayreddin Paşa tarafından İznik'te yaptırıldığı bilinmektedir; ancak bu eserden bugün hiçbir iz kalmamıştır. Öte yandan kaynaklarda, Bursa'da Kale içinde Yer-kapı yakınındaki dârülhadis sahasından bahsedilmiş olması[25], bu bölgede de devletin kuruluş döneminde bir dârülhadis yapıldığını gösterir.
İlk devir Osmanlı dârülhadislerinin en meşhuru; II. Murad'ın 828"de (1425) Edirne'de yaptırdığı Dârülhadis Medresesi'dir. Bu dârülhadis Osmanlı medrese teşkilâtında bir dönüm noktası oluşturur. Bugün binasından hiçbir iz kalmayan dârülhadisin ilk müderrisi Fahreddîn-i Acemî'dir. Tabakat kitaplarının verdiği bilgiler ışığında bu medresenin başlangıcından XVIII. yüzyıla kadarki müderris kadrosunu tesbit etmek mümkündür. Günümüzde ise Dârülhadis Camii, Dârülhadis mahallesi, Dârülhadis caddesi gibi adlar altında ismen de olsa namını sürdürmektedir.
Fâtih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra yaptırılan Fâtih Külliyesi bünyesinde dârülhadis bulunmamaktadır. Fâtih muhtemelen, babası II. Murad'ın Edirne'de yaptırıp yüksek bir paye verdiği Dârülhadis Medresesi'ni ikinci plana düşürmemek için İstanbul'da kurduğu külliyesinde dârülhadise yer vermemiştir. Nitekim bu devirde Edirne Dârülhadisi ile Fâtih Semâniye medreselerinin (Sahn-ı Semân) müderrisleri aynı payeye sahip olup her ikisi de günde 50 akçe alıyordu. Bizzat Fâtih Sultan Mehmed, daha sonra kendisine hoca edindiği ünlü âlim Sinan Paşa'yı Edirne Dârülhadisi'ne müderris tayin etmiş[26], II. Bayezid de kadrosunu günlük 100 akçeye yükseltmiştir[27]. Ancak Fâtih Sultan Mehmed devrinde başka dârülhadislerin yapıldığı görülmektedir. Bursa'da Lutfullah Çelebi Dârülhadisi ile (875/1471) İstanbul'da Vefa semtinde Molla Gürânî Dârülhadis Medresesi (889 1484) bunlar arasındadır.[28] Öte yandan muhtemelen daha önce yapılmış olan, fakat varlığından Fâtih devrinde yazdırılan 859 (1455) yılına ait Tokat Tahrir Defteri yoluyla haberdar olunan Tokat Kadı Hasan Dârulhadisi ile Mevlânâzâde Dârülhadisi de bu dönemin eserleri içinde zikredilebilir (A XII/ 1, s. 405).
II. Bayezid devrinde Amasya'da kurulan Abdullah Paşa Dârülhadisi (890/1485), kitabesi ve orijinal yapısı ile bugüne ulaşabilmiştir. Sofular Camii diye bilinen, dört hücreli orta seviyede bir dârülhadis olan bu binanın kitabesinde dârülhadis ibaresi açık olarak görülür. Yavuz Sultan Selim döneminde yapılmış herhangi bir dârülhadis adına rastlanmamıştır.
Kanunî Sultan Süleyman devrinde dârülhadis sayısında artış oldu. Amasya'da Osman Celebi (933/1526), Eyüp'te Defterdar Mehmed Çelebi (948/1541), Beyazıt'ta Koska semtinde Papasoğlu (949/ 1542). İstanbul Vilâyet Konağı civarında Sofu Mehmed Paşa (950/ 1543'ten önce), Demirkapı'da Mehmed Ağa dârülhadisleri (961/ 1553'ten öncel, Süleymaniye Camii ve Külliyesi bünyesinde bizzat Kanunî Sultan Süleyman'ın yaptırdığı Süleymaniye Dârülhadisi (964/1557) ve Vefa'da Hüsrev Kethüda Dârülhadisi (973/ 1565 civan) bu devirde hizmete açılmıştır.
II. Selim döneminde de dârülhadis yaptırma geleneği sürdürüldü. Bu dönemde II. Selim'in hocası Atâullah Efendi doğum yeri olan Birgi'de, çağdaşı ve hemşehrisi Birgivî Mehmed Efendi'nin ders okutması için Ulucami önündeki yedi hücreli Atâullah Efendi Dârülhadisi'ni yaptırdı (979/1571) Bu devirde tesis edilen Kasımpaşa Kozludere semtindeki Piyâle Mehmed Paşa Dârülhadisi (981/1573) Mimar Sinan yapısıdır. Üsküdar'da vapur iskelesi yakınında zarif görünüşlü Şemsî Paşa Dârülhadisi de (988/1580) Sinan'ın eseri olup binası günümüzde kütüphane olarak kullanılmaktadır. Edirne Selimiye Külliyesi içinde yer alan Sinan yapısı Selimiye Dârülhadisi bizzat Sultan II. Selim tarafından inşa ettirilmiştir (982/1574). Bu dârülhadis, Selimiye Camii'nin kıble istikametinde güneydoğu tarafında yer almakta ve bugün Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır. Evliya Çelebi bu binadan, kurşun kaplı kubbesi ve kagir binasıyla Edirne'de bulunan dârülhadislerin en mükemmeli diye bahseder.[29]
Yüksek pâyeli dârülhadislerin yapıldığı III. Murad devrinin başlıca dârülhadisleri şöyle sıralanabilir: Nurbânû Sultan'ın Üsküdar Toptaşı'nda yaptırdığı muhteşem külliyesi içinde yer alan Atik Valide Dârülhadisi (990/1582)[30], III. Murad devri ricalinden Cafer Ağa'nın Eyüp'te Kızıl Mescid yakınında yaptırdığı Cafer Ağa Dârülhadisi (990/1582), aynı dönemin önemli şahsiyetlerinden Mehmed Ağa'nın Çarşamba semtindeki Mehmed Ağa Dârülhadisi (993/1585), III. Murad devri vezîriâzamlarından Koca Sinan Paşa'nın Divanyolu'ndaki Sinan Paşa Dârülhadisi (1001/1592-93), Osmanlı şeyhülislâmlarından Zekeriyyâ Efendi'nin Sultan Selim Camii yakınındaki Zekeriyyâ Efendi Dârülhadisi (1001 / 1592-93'ten önce).
Sultan III. Mehmed'in Vefa’da babası III. Murad adına yaptırdığı Hâkâniye Dârülhadisi ile (1003/1595ten önce) Sultan I. Ahmed'in meşhur külliyesi içinde yer verdiği Sultan Ahmed Dârülhadisi de 11026/16171 kendi devirlerinde yapılan yeni müesseselerdir.
IV. Mehmed'in kırk yılı aşan saltanatı döneminde, çeşitli iç bunalım ve karışıklıklara rağmen dârülhadis tesisinde büyük bir artış olmuştur. Yeni inşa edilen on beşe yakın dârülhadisle öteden beri sürüp gelen uygulama bu devirde tekrar canlandırılmıştır. Osman Efendi (1064/1654), Fudayl Efendi (1064/'1654), İbrahim Ağa (1067/1656), Sinan Ağa (1067/ 1656), Kumkapı'da İbrahim Paşayı Atık (1067/ 1656'dan önce), Damad (Mehmed) Efendi[31], Çemberlitaş'ta Köprülü Mehmed Paşa, Horhor'da Bosnevî îsâ Efendi (1073/1662) dârülhadisleri. Eminönü'ndeki Yenicami Külliyesi içinde yer alan Turhan Valide Dârülhadisi (1074/ 1663), Çivizâde Efendi (1075/1664), İzzet Efendizâde (1098/1687), Burhan Efendi (1099/1687) ve Carşıkapı'da Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (1102/ 1690-91) dârülhadisleri bu dönemde yapılan dârülhadislerdendir.
Devletin buhranlı bir dönemi sayılan III. Ahmed devrinde de önemli birkaç dâ-rülhadisin inşa edildiği görülür. Şehzadebaşı Kalenderhâne mahallesindeki Hasan Ağa Dârülhadisi (1119/1707), Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'nın Çarşıkapı'daki külliye içinde yer alan dârülhadisi (1121/ 1709), Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa'nın Sehzadebaşı Camii yanında yaptırdığı (1132/1720) dârülhadis[32], Edirnekapı dışında Eski Nişancılar'da Çankırılı Mustafa Efendi Dârülhadisi (1132/1720) bu dönemde yeni kurulan dârülhadisleri oluşturur. I. Mahmud devrinde de (1730-1754) Dârüs-saâde Ağası Beşir Ağa tarafından Eyüp'te Baba Haydar mahallesinde Nişancılar Yokuşunda bir dârülhadis yaptırılmıştır. Daha sonraki dârülhadisler hakkında ayrıntılı bilgi yoksa da inşa teşebbüsleri XVIII. yüzyılın ikinci yarısında ve XIX. yüzyılda da devam etmiş olmalıdır.
Mimari yönden medreselerle farkı olmayan dârülhadisler, öteden beri ihtisas medreseleri şeklinde değerlendirilmektedir. Ancak başlangıcından itibaren tarihî seyri takip edildiğinde bu ad altındaki bütün medreselerin birer ihtisas müessesesi olmadığı görülür. Çünkü bir şehirde birden fazla ihtisas kurumu pek bulunmadığı gibi taşra yerleşim birimlerinde de ihtisas yapılmamaktadır. Öte yandan dârülhadis binalarının mimari yapısı ve hacim durumları ile müderrislerinin payeleri dikkate alınınca da bu müesseselerin hepsinin birer ihtisas medresesi statüsünde olmadığı ortaya çıkar. Nitekim bunların ibtidâîsinden âlîsine kadar çeşitli kademelerde örnekleri bulunmakta ve müderrisliğin ilk kademesi olan ibtidâ-i hâriç derecesinden son kademesi olan dârülhadis payesine kadar her rütbedeki müderrisin ders okuttuğu dârülhadislerin varlığı tesbit edilmektedir. İbn Asâkir'in ders verdiği Nûriyye Dârülhadisi, İbnü's-Salâh ve Muhyiddin en-Nevevi’nin hocalık yaptığı Eşrefiyye ile muhtemelen Kahire'deki Kâmiliyye ve Bağdat'taki Mûstansıriyye dârülhadisleri gibi Anadolu dışındaki bir kısım dârülhadislerle Selçuklular devrinde kurulan Konya İnce Minareli Medrese ve Sivas Gökmedrese dârülhadisleri, Edirne Dârülhadis Medresesi ve İstanbul Süleymaniye Dârülhadisi gibi dârülhadislerin birer ihtisas medresesi olduğu kabul edilebilirse de diğer yüzlerce dârül-hadisin bu niteliği taşıdığı söylenemez.
Dârülhadislerde okutulan hadis kitapları meselesi de açıklığa kavuşturulamamıştır. Osmanlı dârülhadislerinde Şâhîh-i Buhârî, Şahîh-i Müslim, Meşâbîhu's-sünne ve Meşârık (Meşâriku'l-envâr) okutulduğu şeklindeki değerlendirmeler, daha çok Süleymaniye Külliyesi Vakfıyesi'nin dârülhadisle ilgili bölümünde müderrisin vasıfları sayılırken kullanılan "mesâbîh-i pürtâb gibi" ve "meşârik-ı âftâb gibi" ifadelerden kaynaklanmış olabilir. Buradaki "mesâbîh" ve "meşârık" kelimelerinin birer sıfat olarak mı kullanıldığı, yoksa bu adları taşıyan iki hadis kitabına bir telmihte mi bulunulduğu hususu açık olarak anlaşılmamaktadır. Mevcut belgeler, dârülhadislerde okutulacak kitapların vakıf sahibi tarafından tayin edilmediğini, bu işin müderrislere bırakıldığını göstermektedir.
Dârülhadislerin statüsü ve müderrislerinin kadro dereceleri konusunda da yanlış anlamaya yol açabilecek genel ifadelere yaygın olarak rastlanmaktadır. Resmî statüde en düşük müderrislik kadrosu, ibtidâ-i hâriç denilen yevmiye 20 akçelik kadrodur. Bu statüde hizmet veren pek çok dârülhadis bulunmaktadır. Taban-tavan arasında on iki derece farkı bulunan bu kadroların en yükseği ise dârülhadis derecesidir[33]. Nitekim Osmanlı kaynaklarında "tarîk-ı müderrisînin müntehâyı merâtibi olan dârülhadis raddesi" tabiri yaygın olarak kullanılmaktadır (İsmet, V, 90, 204). Bu ifade, bütün dârülhadisler için değil Osmanlı dârülhadisleri içerisinde Edirne Dârülhadis Medresesi ile İstanbul Süleymaniye Dârülhadisi için geçerlidir. II. Murad devrinden Kanunî Sultan Süleyman'a kadar geçen zamanda Edirne Dârülhadis Medresesi, Kanunî'den itibaren de Süleymaniye Dârülhadisi Osmanlı Devleti'nin en yüksek kadrolu medresesi, buraların baş müderrisleri de en yüksek rütbeli müderrisler sıfatını kazanmışlar ve devlet teşrifatında üst sıralarda yer almışlardır.
Dârülhadis müessesesine destek veren ve kuruculuğunu yapan şahsiyetlerin hüviyetleri de dikkat çekicidir. Dârülhadisler başlangıçta Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî, el-Melikü'l-Eşref, el-Melikü'l-Kâmil, Abbasî Halifesi Muştansır-Billâh gibi hükümdar ve halifelerin; Selçuklu döneminde Atabeg Ferruh ve Vezir Sâhib Ata gibi vezirlik rütbesindeki devlet ricalinin; Osmanlı döneminde de II. Murad, Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed, I. Ahmed gibi sultanların; III. Murad'ın annesi Atik Valide Nurbânu Sultan ve IV. Mehmed'in annesi Turhan Valide Sultan gibi padişah annelerinin; Sinan Paşa, Köprülü Mehmed Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Çorlulu Ali Paşa ve Nevşehirli Damad İbrahim Paşa gibi sadra-zamların ve pek çok şeyhülislâm, vezir, paşa ve ağanın ilgisine ve himayesine mazhar olmuştur. Bu sebeple dârülhadislerin, kurucularının sosyal ve iktisadî seviyelerine uygun bir itibarı vardır.
Vakfiyelerde öteden beri bu kurumlarla ilgili standart bir üslûp devam ettirilmiştir. Meselâ Süleymâniye Vakiyesi'nde dârülhadis bölümü için kullanılan "Ehâdîs-i Nebeviyye ve Ahbâr-ı Mustafaviyye naklolunmak için bina olunan dârülhadis" ifadesi, daha önceki dârülhadis vakfiyelerinde bulunduğu gibi daha sonrakilerde de aynen benimsenmiştir. Bir başka husus da özellikle Sü-leymaniye'den sonra kurulan dârülhadislerin çoğunlukla külliyeler bünyesinde mihver eğitim müessesesi şeklinde yer almış olması ve yanlarında da dârül-kurrâ ile hankah, dergâh veya zaviye adı verilen iki yapının bulunmasıdır. Kaynaklarda sık rastlanan "Üsküdar'da Şemsî Paşa'nın câmi-i şerifi ve dârülhadis ve hankahı tamam oldukta"[34], "Mehmed Ağa'nın inşa eylediği câmi-i şerîf ve zaviye ve dârülhadis hüsn-i hâ-time-i hitâm buldukta"[35], "Vezîriâzam Ali Paşa hazretlerinin Parmakkapı kurbunda bina eyledikleri câmi-i şerif, dârülhadis, hankah ve imaret tamam olup..."[36] şeklindeki ifadeler, dârülhadislerle hankahların birbirinden ayrılmaz İki müessese olduğunu göstermektedir.
Halkın eğitilmesinde, birlik ve beraberliğin sağlanmasında hizmet veren eğitim müesselerinden biri olan dârülhadis yapımına, özellikle devletin duraklama ve gerileme devirlerine girdiği zamanlarda hız verilmesi dikkat çekicidir.
Nitekim din adına terör estiren Kadızâdeliler'e karşı amansız mücadelesiyle tanınan Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa'nın umumi medrese yerine dârülhadis yaptırması, benzeri sıkıntılara çare arayan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'nın dârülhadis müessesesine yeni bir katkı sağlaması, toplumun Lâle Devri gibi bir şaşkınlık dönemine girdiği sırada Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın şehrin en seçkin yerinde üst seviyedeki bürokratların iştirakiyle dârülhadis açması, genel medreselerden ümidini kesen sorumluların çareyi dârülhadislerde aradıklarını düşündürmektedir.