Aşağıda linklerini verdiğim iki sohbette
* şahitlikleri sâkıt olan fâsık kimselerin selefî davet hakkında "Haricî" veya "Gizli Tekfirci" şeklindeki iftirâlarına, bir diğerlerinin "mürcielik" yakıştırmalarına...
* Allah Azze ve Celle'nin, dernekleşme bid'atinden ve bu bid'atin ardındaki kirli emellerden bizleri kurtarması üzerine - hamd ve minnet Allah'adır - bu bid'ate karşı çıkılmasından rahatsız olup, cemaat'ten ayrılan, fırkalaşma ve hizipçilik taraftarlarını taklit eden, şeytanın kışkırtması ile sanal bir fitneye düşerek apaçık hakka karşı kör, sağır ve dilsiz kesilen, lakin - hata ile veya kasten - bir iftira yahut bir yalan ortaya atıldığında gözleri dürbün, kulakları huni, dilleri yelpaze olan kimselere - Allah bize de onlara da basiret versin, sözlü ve fiilî hatalardan korusun - cevaplar içermektedir.
Öyle ki, diyanetin işgal edip, bid'atlerden başkasının yol bulamadığı camileri ve bâtılın taklitçisi olan yığınları, tabi olunması gereken "Cemaat" ilan edip, Tevhid ve hadis ehlinin sünnetleri ihya ettikleri mescidlere "Dırar mescidi" diyecek kadar aşağılık iddialarda bulunan, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söylediğinden başkasını söylemeyip: "Namazın terkinin küfür olduğunu" söylemeyi tekfircilik olarak lanse eden, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in hadisini söylemeyi maslahata aykırı görüp, masum olmayan kimselerin ve mezheplerin sözünü Allah'ın rasulünün sözüne tercih etmeyi teklif etmek suretiyle kişisel menfaatlerini "dinin maslahatı" olarak takdim eden birçok şeytan sözcüleri, samimi insanların kalplerine şüpheler atmakta, sünnetlerin ihya edilmesine karşı çıkışlarına bu safsatalarını payanda edinmektedirler.
Nedir bu gayretkeşlik! Alemlere rahmet olarak gönderilenin sözlerinden, sünnetlerinden mi utanıyor, çekiniyor, sıkılıyorsunuz? Yoksa ticaretiniz mi kesada uğruyor?
Bununla beraber Allah'a hamd olsun bu meselede birçok kimseye huccet ulaşmış, rüşd ile gayy birbirinden ayrılmıştır. Lakin Allah'ın dinine menfaatlerini ortak koşanlar nazarında işler karışık görünmekte, taraflarını seçememektedirler. Meseleyi karışık zanneden ve bunun bir fitne olduğunu düşünen arkadaşlara tavsiyem, Allah'ın dininde ihlaslı olmaları, menfaatlerini dine ortak koşmaktan vazgeçerek tevbe-istiğfar etmeleri ve insanların ihtilaf ettikleri bu hususta hakkı göstermesi için alemlerin rabbine yalvarmalarıdır.
Zira fitne: hak ile batılın birbirine karıştığı, hak üzerinde olanla, batıl üzerinde olanın ayırt edilemediği durumlarda söz konusu olur. Lakin bu meselede hak apaçık ortadadır. Hakkın delilleri olan Kur'ân, sahih sünnet ve selefin menheci ortadadır. Delilleri karartan tek şey; maddî ya da manevî menfaatlerdir.
Şifahen veya bu siteden sesli ve yazılı uyarılarımız kendilerine ulaşmasına rağmen hâlâ daha derneklerde sohbet etmeye, sohbetlere katılmaya devam eden, bu bâtıl amelle Allah'a yakınlık sağladığına inanan, derneklere maddî-manevî destek olmaya çalışanlar var! Dinlerinin selameti için bu bid'ate son vermelidirler! Derneklere ikna etmek için bu yolla ileride mescidler ve kitap ve sünnete uygun okullar açacaklarını söyleyenlerin yalanları ortaya çıkmıştır. Derneklerde sohbete davet etmek bid'ate davet etmektir! Kim bir şerre davet ederse ona icabet edenlerin günahları da kendisine yüklenir. Bizim cürmümüz bu uyarıyı yapmaktan ibarettir.
Bu uyarıya kulak asmayanlar lütfen, rica ediyorum kardeşlik edebiyatı yapmasınlar! Bid'at ve yağcılık üzere kurulu bir kardeşlik, kitap ve sünnette emredilen kardeşlik olamaz. Bizi bir araya getiren şey sünnetler olmalıdır. Sünnetin tarafında yer almamız, bid'atten uzak kalmamız gerekir.
Bir şekilde bu bid'atin içine düşmüş olanları uyarmamız, bu bid'atte ısrar eden kardeşlerin hakkı anlamaları için dua etmemiz gerekir. Lakin mayası bozuk, yalanı seven, iftirayı meslek edinen, fesat ile beslenen bazı kimseler de var ki, Allah onları uzak etsin, gölge etmesinler başka ihsan istemez.
* Bir kaç sene önce hüsn-ü zannımdaki aşırılıktan dolayı, özellikle son zamanlarda saptırıcı bir misyona hizmet eden birinin sohbetlerinden birinde geçen "İslam'da bir kimseye başka dindendir diye katiyyen düşmanlık yoktur" şeklindeki sözünün cımbızlandığı düşüncesiyle, sözün sahibine hüsn-ü zan gereği, bu zatın lehine te'vilde bulunarak bir reddiye vermiştim. Bir kez daha yanıldığımı itiraf ediyorum. Allah'tan bağışlanma dilerim. Zira işaret edilen zatın yüzlerce sohbeti içerisinde "Velâ ve Berâ" esasına dair bir dersinin olmadığını fark ettim. Bu zatın özellikle son zamanlardaki hareketlerinde hissîlik, keyfiyetten çok kemiyyete kıymet vermesi, ilmi olmayan konularda ahkam kesmesi, tevhid davetini "şahsına münhasır" düşünmesi ve buna bağlı olarak müslümanların kişilik haklarını hiçe sayması, haram olduğuna itikad ettiği video vs. gibi günahları alenî olarak irtikab etmesi, değişen şartlara göre menhec değiştirmesi gibi samimiyetsiz davranışlarına şahit oldum.
Tıpkı kendisinin bana bazı nasihatlerinden istifade etmeye çalıştığım gibi, naslara ve hadis ehlinin menhecine açıkça aykırı gördüğüm bu gibi meselelerde fırsat buldukça ben de kendisine ikazda bulunmaya çalıştım. Belki zihninde oluşturduğu - yahut kendisi için oluşturulan - şablona uymadığı için ya da kendince bazı nedenlerle bunlara aldırmadı, belki kendisinin yönlendirdiği ve tamamen hevasına uydurduğu kimselerin sözlerine kulak vermek daha hoş geldi bilemiyorum. Sonra, üzerinde icma edilmiş açık naslara harp açılması, kadınların kadınlara hatip olması bid'ati yetmişyormuş gibi, kadınların erkeklere de hatip olmasına davet etmesi, sonra Ankara'da bir manevra daha yaparak bizim güya kendisini yanlış anladığımızı, dolayısıyla iftira etmek suçlamasıyla hedef göstermesi üzerine - maalesef - taşlar iyice yerine oturdu, bu zatın düzeleceğine dair hüsn-ü zan edebileceğim dallar birer birer kurudu.
Kendisini çok zekî zannedebilir ancak, müslümanları aptal yerine koymaya da kimsenin hakkı yoktur!
Hakikat şu ki, büyük günahları açıktan işleyen, yahut küçük günahları açıktan işlemekte ısrar eden kimse bir fasıktır ve onun şahitliği geçersizdir. Bütün müslümanlara uyarıdır ki, kendi isteğiyle kamera karşısına çıkan, kadınlarla ihtilat eden, "hoca" olarak takdim edilen hiçbir kimse size dinde adil şahitlik yapamazlar.
Nitekim zaman bu gerçeği göstermiştir. Bu fasık hocalar sünnetlere sarılmaya ve kaybolmuş sünnetleri ihya etmeye "fitne" demişler, demokrasi dininin vacibi olan oy kullanmayı, Allah'ın dininin vacibi gibi takdim etmeye kalkışmışlar, kilisede papazların sandalyelerinde oturan hristiyanlara hitap etmelerine benzeyerek, mescidlerdeki ilim halkalarını terk edip derneklerde, seminerlerde, kamera karşısında, kadın-erkek karışık ortamlarda boy göstermişler, suretler konusunda kendilerini uyaranlara: "Küçük meselelerde boğulmayın, büyük işlerle uğraşın" demişler, haramlara karşı uyaranları itibarsızlaştırıp kendi önlerini açmak için "tekfirci" yahut "harici" yaftasını yapıştırmışlardır. "At çamuru, tutmazsa izi kalır" demişler...
Geçtiğimiz yıllarda Ankara'da, kendisi tevhid ehli müslümanları alenen tekfir ettiği halde - ki kendisinin aleyhinde konuşulduğunu zannettiği bir oturuma iştirak edilmesini en büyük müşriklik, kafirlik ve münafıklık olarak nitelemişti -, hiçbir delili olmaksızın benim "gizli tekfirci" olduğum şeklinde kuşkular uyandırmaya çalışan, hatta okullarda iman ve tevhide aykırı tehlikelere uyardığım için açıkça tekfircilikle suçlayan bînamaz sahtekâr, bugünlerde sitesinde video ve fotoğraf suretlerini helal saymaya başlamış! Elbette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, haricîlerin okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklarına dair verdiği haber gerçekleşecek, müslümanları haksız yere tekfir eden bunun gibi asıl haricilerin dinden çıkışlarına esefle şahit olacağız!
Bu zatın iftiralarına karşı "tevhid kardeşliği" edebiyatı yapan ve dinde kardeşlerimiz suç işlediğinde yapılması gerekeni yapmayanlar, yalan makinesi olan bu zatın ilk defa yalanlarına bazı doğruları karıştırıp, taassupla bağlandıkları zata karşı ismen ifşaatlarda bulunduğunda, bütün sözde "tevhid kardeşliklerini(!)" bitirdiler. O halde burada sizin yaptığınız şey de tevhid kardeşliği değil, fırka kardeşliği, taassup kardeşliği idi!
Zira tevhid kardeşliğinde, kardeşin zulmettiğinde ona engel olmak vardır, kardeşin doğruyu söylediğinde, aleyhine de olsa hakka boyun eğmek vardır, kardeşlerine yüzüne karşı hakkı rahatça söyleyebileceği imkanı vermek, eleştiriye açık olmak vardır, hakkı itiraf etmek vardır, herşeyden önemlisi, bu kardeşlikte hisleri değil, kitap ve sünneti hakem kılmak esastır.
"Allah'tan korkun ve sözün doğrusunu söyleyin!" "Konuştuğunuzda adil olun" Yani bazı kimselerin yanındaki mertebelerimiz, menfaatlerimiz bizi hakkı söylemekten alıkoymasın! Aleyhimize de olsa hakkı itiraf edelim. Hakkı, Allah'ın konulmasını emrettiği yere koyalım. Haddi aşmayalım, zulmetmeyelim, zulme karşı zulümle karşılık vermeyelim. Bize karşı haksız davranılması, bizim de onlara karşı haksızlık yapmamızı meşru kılmaz. Allah zulmedenleri sevmez.