Enam Suresi 74-79. Ayetlerinin Tefsiri
Bu ayetlerde İbrahim aleyhisselam’ın peygamber olmadan yani kendisine vahiy gelmeden önceki durumu anlatılmaktadır. İbrahim aleyhisselamın güneşe, aya, yıldıza rabbim demesi yadırganacak bir şey değildir. Zira kendisine vahiy gelmeden önce onun da durumu tıpkı diğer insanlar gibidir. Nitekim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e de Allah Azze ve Celle Şura suresi 52. Ayetinde: “Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin…” buyurmuştur. İbn Kesir tefsirinde bu anlama işaret ederek şöyle der:
“Seni şaşırmış bulup ta doğru yola eriştirmedi mi?”(Duha 7) Bu âyet, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir : “İşte böylece Biz, sana da emrimizden bir rûh vahyettik. Sen kitab nedir, îmân nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi hidâyete eriştirdiğimiz bir nûr kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.” (Şûra, 52).
Taberi de Duha suresi tefsirinde şöyle der:
Ayette geçen ve "Şaşırmış" diye tercüme edilen "Dâllen" kelimesi, Süddi tarafından "Kavminin bulunduğu durumda olmak" şeklinde izah edilmiştir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Seni kırk yıl kavminin durumunda bulup sana doğru yolu gösterrmedi mi?"
Diğer bazı müfessirler ise bu ifadeyi "sapık bir kavmin içinde bulunan" şeklinde izah etmişlerdir. Buna göre de âyetin manası şöyledir: "Seni sapık bir kavmin içinde bulup sana doğru yolu göstermedi mi?"
Kurtubi de Duha 7. Ayet hakkında şöyle der:
Daha önce eş-Şura Süresi'nde açıkladığımız üzere yüce Allah'ın: "Kitabın da, imanın da ne olduğunu bilmezdin." (eş-Şura, 42/52) buyruğunun anlamını ifade etmektedir.
Bu konuda sahabeden rivayet edilen tek tefsir yukarıda anlattığımız vechiledir. Mahzuf hemze tayin ederek “Bu mu benim rabbim?” demiştir şeklinde yorumlayanlar akli yorumlarla bu mahzufu takdir etmişlerdir.
Taberi Tefsirinde özetle şöyle anlatılır:
74- Ey Muhammed, onlara İbrahimin kıssasını hatırlat. Bir zaman İbrahim, babası Azer'e: "Putları ilahlar mı ediniyorsun?" Doğrusu ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içerisinde görüyorum" demişti.
Ey Muhammed, sen putları hakkında seninle tartışan kavmine, yine putları hakkında kavmiyle tartışan dostum İbrahim’in kıssasını anlat: Bir zaman İbrahim, babası Azer'e, putlara ibadet etmelerini kınayarak: "Seni yaratan, düzgün bir şekle koyan ve rızıklandıranı bırakıp ta putları mı ilah ediniyor ve onlara tapıyorsun? Doğrusu ben seni de, seninle beraber putlara tapan milletini de doğru yoldan ayrılıp apaçık sapıklığa düşenler olarak görüyorum" demişti.
75- Yakinen iman edenlerden olsun diye İbrahime, göklerin ve yerin mülkünü öylece gösteriyorduk.
İbrahim'e din hususunda gerçekleri gösterdiğimiz gibi, ona göklerin ve yerin ve onlarda bulunan ay, güneş, yıldız ve ağaçlar gibi Allahın mülkünün büyüklüğünü gösteren yaratıkları da gösterdik ki yakinen iman edenlerden olsun.
Âyet-i kerimede geçen ve "Göklerin ve yerin mülkü" diye tercüme edilen melekut ifadesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir:
a) Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "göklerin ve yerin nasıl yaratılmış olduklarını ona gösterdik." demektir.
b) îkrime'ye göre bu ifadeden maksat, "Göklerin ve yerin mülkünü ona gösterdik" demektir.
c) Mücahid, Süddi, Said b. Cübeyr ve Selman-ı Farisî'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Biz İbrahime, gökleri gösterdik" demektir.
Bu hususta Mücahid demiştir ki: "İbrahime, Arşa varıncaya kadar yedi gök gösterilmiş, o da onlara bakmıştır. Yine ona yedi kat yer gösterilmiş, o da onlara bakmıştır. Süddi de demiştir ki: "İbrahim, büyük bir kayanın üzerine çıkarılmış, gökler ona açılmış o da Allahın göklerdeki mülküne bakmış hatta Cennetteki yerini dahi görmüştür. Yine ona yeryüzünün perdeleri açılmış, o, yerin en dibini görmüştür.
d) Dahhak, Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat: "Biz, İbrahime yıldızları, ayı ve güneşi gösterdik" demektir. Bu hususta Katade diyor ki: "İbrahim (a.s) zorbalardan bir zorbanın yüzünden saklandı. Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından birini emdiğinde onda rızkını buluyordu. İbrahim dışarı çıkınca Allah ona, göklerin ve yerin mülkünü gösterdi. Bunlar da, güneş, ay ve yıldızlardı. Yine ona yerin mülkünü gösterdi. Bunlar da dağlar, ağaçlar ve denizlerdi."
Taberi diyor ki: Bu görüşlerden doğru olmaya daha yakın olanı, bu ifadeden maksadın, göklerin ve yerin mülkiyetinin gösterilmesi okluğunu söyleyen görüştür. Yani, Allah teala, Hz. İbrahim'e, göklerde ve yerde yarattığı güneşi, ayı, yıldızlan, ağaçları hayvanlım ve saltanatının azametini ifade eden diğer yaratıkları gösterdi. Böylece ona, hadiselerin dış yüzünü gösterdiği gibi, iç âlemlerini de öğretti."
Âyet-i kerimede "Yakinen iman edenlerden olsun diye" buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Biz İbrahime, göklerin ve yerin mülkünü gösterdik ki o, Allah’ı belirleyenlerden ve kavuşturulduğu hidayetin gerçeğini bilenlerden, kavminin, putlara tapmalarının bir sapıklık olduğunu idrak edenlerden olsun."
76- Kendisini gece bürüyünce bir yıldız gördü ve "İşte benim rabbim budur?" dedi. Yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup gidenleri sevmem" dedi.
İbrahimi gece bürüyüp karanlık olunca, ortaya çıkan bir yıldız gördü. Allah'tan başkasına ibadet etmenin bâtıl olduğuna dair bir delil göstermek için kavmine "Bakın işte benim rabbim bu." dedi. Sonra yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup gidenleri sevmem." dedi.
Müfessirler, bu âyette zikredilen, Hz. İbrahimin yıldızlara "Rabbim" demesini ne maksatla söylemiş olduğu hususunda üç görüş zikretmişlerdir.
a) Abdullah b. Abbas ve Muhammed b. İshak'tan rivayet edilen bir görüşe göre Hz. İbrahim, Nemrut'un, erkek çocukları öldürmesi sebebiyle bir mağarada saklanıp büyüdükten sonra dışarı çıkınca, yıldızı, ayı, güneşi, rabbi zannetmiş, fakat onların geçici olduklarını görünce, ilah olmaya layık olmadıklarını anlamış ve hakiki mabud olan Allah’ı idrak etmiş ve O’na iman ettiğini beyan etmiştir. Bu hususta İbn-i İshak'tan uzunca bir kıssa nakledilmiştir.
b) Diğer bir kısım âlimler ise yukarıda Abdullah b. Abbas'tan nakledilen birinci görüşü reddetmişler bir peygamberin böyle bir duruma düşmeyeceğini aksi hakle müşriklerle eşit duruma düşeceğini, Allah tealanın, böyle bir insanı Peygamber yapmasının ise mümkün olmayacağını söylemişlerdir.
c) Diğer bir kısım âlimlere göre ise, Hz. İbrahim, yıldıza "İşte benim rabbim budur" derken "Benim rabbim bu mudur?" demek istemiş ve kavminin, gelip geçici varlıkları putlar edinmelerini kınamış ve onlara karşı çıkmıştır.
Taberi, "bundan sonra gelen âyette zikredilen: "Eğer rabbim beni doğru yola sevk etmeseydi, yemin olsun ki, sapık kavimden olurdum" dedi." ifadesini delil göstererek birinci görüşün tercih edileceğini işaret etmiştir.
77- Ay'ı doğarken görünce: "Benim rabbim budur" dedi. O da kaybolunca: "Eğer rabbim beni doğru yola sevk etmeseydi yemin olsun ki sapık kavimden olurdum." dedi.
78- Güneşi doğarken görünce: "Benim rabbim budur, hu daha büyüktür" dedi. O da kaybolunca dedi ki: "Ey kavmim, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım."
79- Şüphesiz kî ben, hakka eğilerek yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben, Allaha ortak koşanlardan değilim.
Artık ben yüzümü, devamlı var olan, sonu olmayan ve gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Batılı bırakıp Hakka yöneldim. Ey müşrikler, ben artık sizin dininize giren müşriklerden değilim.
Bu âyet-i Celilede, Allah teala bize bildiriyor ki: Hz. İbrahim gerçeği görünce hakkı söylemekten geri durmadı. Batıla saplanmış olan müşrik kavmine karşı çıkmaktan asla çekinmedi. Allah yolunda, kınayanın kınamasına asla aldırış etmedi. Bütün kavminin karşı çıkmasına rağmen doğruyu söyleyip onda ısrar etmeyi terk etmedi. Onlara "Ey kavmim, beni de sizi de yaratmış olan Allaha kullukta, sizin ilah ve putlarınızı asla ona ortak koşamam. Ben ibadetimde yüzümü, gökleri ve yeri yaratan, evveli ve sonu olmayan, öldüren ve dirilten Allaha yönelttim. Gelip geçici olan, zarar veya menfaat vermeye gücü yetmeyen âciz varlıklara değil." dedi.
Kurtubi der ki:
Yüce Allah'ın: "Kesin bilgiye varanlardan olsun diye buyruğunun anlamı da şudur: O, kesin bilgiye varanlardan olsun diye Biz ona bunları yani melekûtu (göklerin ve yerin mülkünü) göstermiş idik.
76. Gece onu bürüyüp örtünce bir yıldız gördü: "Bu benim rabbim" demişti O, sönüp gidince de: "Ben öyle sönüp gidenleri sevmem" demişti.
Yüce Allah'ın: "Gece onu bürüyüp örtünce" buyruğundaki;": Karanlığıyla onu örtünce" demektir. "
"Bir yıldız gördü" buyruğunda sözü edilen ona göklerin melekûtunun sunulduğu kıssadan başka bir kıssadır. Denildiğine göre o, bu yıldızı içinde bulunduğu mahzenin ağzında bulunan kayanın bıraktığı aralık arasından görmüştü. Şöyle de denilmiştir: Babası kendisini mahzenden çıkarttığı sırada güneşin batım vakti idi. Bu sırada develeri, atlan ve koyunları görmüş, mutlaka bunların bir Rabbi olmalıdır diye düşünmüştü. O sırada Müşteri (Jüpiter) veya Zühre (Venüs) gezegenlerini, sonra da ayı, daha sonra da güneşi görmüştü. Bu ayın son günlerinde olmuştu. Muhammed b. İshâk der ki: O sırada İbrahim on beş yaşında idi. Yedi yaşında olduğu söylendiği gibi, Nemrud ile tartıştığı sırada on yedi yaşında olduğu da söylenmiştir,
"Bu benim rabbim" buyruğunun anlamı hakkında farklı görüşler vardır. Hz. İbrahim bu sözü, düşünme ve çocukluk dönemi ile bu konuda onun delilleri görmesinden önceki sürede söylemişti. Böyle bir durumda bu gibi yaklaşımlar küfür de olmaz, iman da olmaz. Bu görüşü kabul edenler, Ali b. Ebi Talha'dan, İbn Abbas'tan yaptıkları şu rivayeti delil gösterirler.
İbn Abbas dedi ki: "Gece onu bürüyüp Örtünce bir yıldız gördü. Bu (muymuş) benim rabbim demişti." O da kayboluncaya kadar o yıldıza ibadet etmişti. Güneş ve ay da böyle olmuştu. Fakat, düşünme ve tetkiki sona erince: "Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden tamamen uzağım" (el-En'am, 6/78) demiş ve bunların kayboluşlarını (ilah olamayacaklarına) delil görmüştür. Çünkü onların kayboluşları sonradan yaratılmış (hadis) olmalarının en açık bir belgesi idi.
Kimisi de şöyle demiştir: Böyle bir rivayet sahih değildir. Ay ne a yüce Allah'ın peygamber olarak gönderceği bir kimsenin herhangi bîr dönemde yüce Allah'ı tevhid etmeyeceği, O'nu tanımayacağı, Allah dışındaki her türlü mabuttan uzak ve O'ndan ilişiğini kesmeyeceği bir zamanın olması mümkün değildir. Ayrıca böyle bir şey, yüce Allah'ın şirkten koruduğu (ismet) ve önceden beri kendisine doğru yolu ve hidâyeti vermiş olduğu kesin bilgi sahibi olanlardan olması için ona göklerin ve yerin melekûtunu gösterdiği kimse için nasıl düşünülebilir? Onun, Allah'ı bilip tanımamakla nitelendirilmesi caiz olamaz. Aksine o, ilk bakışından itibaren yüce Rabbi tanımıştır.
Şöyle de denilmiştir. Hz. İbrahim, mahzenden çıkınca Rabbini arayışı sırasında yıldızın ışığını görmüş ve bu ışığı rabbinin aydınlığı zannetmiş, o bakımdan: "Bu benim rabbimdir* yani, işte O'nun nuru bana görünüyor demişti. "O sönüp gidince de" kendisinin rabbî olmadığını anlamıştı, "Sonra ayı doğarken görence" ve onun ışığına bakınca: "Bu benim rabbim demiş, o da kaybolunca: Eğer Rabbim bana hidayet etmezse ben mutlak sapıklardan olurum demişti. Sonra güneşi doğarken görünce, rabbim bu olmalıdır" demişti. Böyle bir şey söylemek ise şirk değildir. O, ışığı Rabbine nisbet etmişti. Fakat onun ortadan kaybolup gittiğini görünce, ilim ona bunun Rabb olmaya hak sahibi olmadığını gösterdi, böylelikle kalbiyle bunun olamayacağım ve bunun da Rabbinin bulunduğunu, Rabb olmasının söz konusu olmadığını idrak etmiş oldu.
Şöyle de açıklanmıştır: Hz. İbrahim'in "bu benim rabbim" demesi, kavmine karşı delili ortaya koyması içindi. O, zahiren onlara uygun düşündüğünü göstermişti. Fakat yıldız kaybolunca delili ortaya koyup: Değişen bir şeyin Rabb olması mümkün değildir, dedi, Halbuki kavmi yıldızları ta'zim ediyor, onlara tapınıyor ve yıldızlara göre hüküm veriyorlardı. en-Nehhâs der ki: Bu hususta söylenen en güzel açıklama, İbn Abbas'tan sahih olarak gelen ve yüce Allah'ın: "Nur üstünde nurdur" (en-Nûr, 24/35) buyruğu hakkındaki şu açıklamasıdır: İşte mü'rninin kalbi böylece aziz ve celil olan Allah'ı bilip tanır ve kalbiyle O'na delil getirir. O'nu bilip tanıdı mı, nuruna nur katılır.
İşte Hz. İbrahim de böyledir. Yüce Allah'ı kalbiyle bilip, diğer delillerle O'nun varlığına delil gösterince kendisinin bir Rabbi ve bir yaratıcısı olduğunu kesinlikle bilmiş oldu. Yüce Allah ona kendisini tanıtınca, onun da Allah hakkındaki marifeti artmış ve şöyle demişti: "Beni doğru yola iletmişken benimle Allah hakkında mücadele mi ediyorsunuz?" (el-En'âm, 6/80)
Şöyle de açıklanmıştır: Bu, onların yaptıklarını reddeden bir üslupla soru ve azar anlamındadır. Yani, bu muymuş benim rabbim? Yahut bunun gibi birisi nasıl rabb olur? anlamında olup soru edatı hazfedilmistir. Nitekim Kur'an-ı Kerimde bir başka yerde şöyle buyrulmaktadır: "Sen öldükten sonra onlar ebedi mi kalacaklar" (el-Enbiya, 21/34) anlamındadır. el-Hüzelî der ki:
"Beni teskin ettiler ve dediler ki: Korkma ey Huveylid O yüzleri tanımayarak dedim ki: Bunlar bunlar (mı) dır?"
Bir başka şair de şöyle demektedir:
"Ömrün hakkı için. -her ne kadar bilip anlayan birisi isem de- bilemedim. Onlar cemreye yedi (taş mı) attılar, yoksa sekiz taş mı?"
Anlamın: "Sizin iddianıza göre benim rabbim budur" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "İddia ettiğiniz ortaklarım nerede?" (el-Kasas, 28/74) Bir başka yerde de şöyle buyrulmaktadır: "Tad bakalım. Çünkü sen (dünyada) aziz ve kerim idin (imişsin)?" (ed-Duhan suresi) Yani sen kendi kanaatine göre böyleymişsin.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Sizler, bu benim de Rabbimdir diyorsunuz. Burada "diyorsunuz" anlamındaki kelimeyi hazfetmiştir. Hazf ise Kuran-ı Kerim'de çokça görülmektedir. Anlamın: Bu benim Rabbime delildir, olduğu da söylenmiştir.