Sözlerin En Doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Dua

Dua

Misak ve Fıtrat İle Huccetin İkame Olduğu İddiasına Cevap



KİŞİYİ MÜKELLEF KONUMUNA GETİREN ŞEYİN MİSAK VE FITRAT OLDUĞUNU SÖYLEYENLERE CEVAP


Misak ile kastedilen, Allahu Teala’nın şu sözünde bildirdiği olaydır: “Hani rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları da kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı. “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” (demişti). Onlar: “Evet sen bizim rabbimizsin; şahit olduk” demişlerdi. Bu kıyamet günü; “biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. Ya da; “Ancak bizden önce atalarımız şirk koşmuştu, biz de onlardan sonra gelen bir kuşağız. Bizi batıl iş işleyenlerin yaptıklarından dolayı helak mı edeceksin?” dememeniz için. İşte biz ayetleri böyle birer birer açıklarız; umulur ki dönerler.” A’raf/172-174

Bu ayetler Tevhid konusunda cehaleti özür saymayan kimselerin delil getirdikleri ayetlerdendir. Çünkü ademoğlu Allahu Teala’nın rububiyyetini şu şekilde ikrar etti: “Dediler ki; Evet sen bizim Rabbimizsin şahit olduk.” Allah Teala da bu ikrarı kendisine şirk koşmamaları konusunda aleyhlerine hüccet kıldı: “Ancak bizden önce atalarımız şirk koşmuştu dememeniz için.”

Buhari ve Müslim’de bu ayetle aynı anlamda Enes İbn-i Malik’ten gelen bir hadis geçmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Kıyamet günü cehennem ehlinden olan bir adama şöyle denilir: ‘Eğer yeryüzündekilerin hepsi sana verilse onları fidye olarak verir misin ne dersin?’Adam: ‘Evet’ der. Allahu Teala: ‘Senden bundan daha kolayını istemiştim ve Adem’in sulbündeyken bana şirk koşmaman üzere söz almıştım. Yüz çevirdin ve bana şirk koştun’ der.”

İşte bu hadiste bahsedilen şey de misaktır. Bir grup, alınan misakın ve şahit olmanın, Tevhid’in bilinmesinin gerekliliği hakkında delil olduğunu söylediler ve bir kişi Tevhid’i bozan bir şey yapıp şirk işlediğinde ona Rasul’ün daveti (risalet hücceti) ulaşmamış dahi olsa mazur sayılmayacağına yukarıdaki ayetleri ve bu hadisi delil gösterdiler.

Fıtrat ise; Allahu Teala’nın şu sözünde bildirilen şeydir: “Allah’ın fıtratı ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.” Rûm/30

Bu ayetin tefsirinde her doğanın İslam dini üzerine doğduğuna (ki bu da hanifliktir) delalet eden fıtratla ilgili hadis geçmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Ana babası onu ya Yahudileştirir, ya Hristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir. Aynen bir hayvanın tüm azalarıyla tam olarak doğması gibi; onda bir eksiklik görür müsünüz?” sonra Ebu Hureyre şöyle der: Şu ayeti okuyun: “Allah’ın fıtratı ki insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması için bir değiştirme yoktur. İşte dosdoğru din budur.” Dediler ki: “Ya Rasulallah, ya küçükken ölen?”Rasulullah: “Yaşamış olsalar ne işleyeceklerini Allah daha iyi bilir.”

Yine Sahihi Buharî’de Zührî’nin şu sözü geçmektedir: “Doğduktan hemen sonra ölen için İslam fıtratı üzere doğmasından dolayı namazı kılınır. Ancak doğmayıp düştü ise onun için namaz kılınmaz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anhu Nebi’den Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle aktarır:

“Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Ana babası onu ya Yahudileştirir, ya Hristiyanlaştırır, ya da Mecusileştirir. Aynen bir hayvanın tüm azalarıyla tam olarak doğması gibi; onda bir eksiklik görür müsünüz?” Sonra Ebu Hureyre şöyle der: Şu ayeti okuyun: “Allah’ın fıtratı ki insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması için bir değiştirme yoktur. İşte dosdoğru din budur.”

Yine Müslim’de A’meş’in rivayetinde “Her doğan din üzere doğar” şeklinde geçer. Ebu Muaviye’nin rivayetinde: “Bu din üzere doğar, diliyle (dinini) açıklayıncaya kadar (bu din üzere kalır)” şeklinde geçmektedir. Hadisin ravisi İbn-i Şihab’ın da açıkladığı gibi, hadislerin her doğanın İslam dini üzeredoğduğu hakkında olduğu açıktır. Ebu Hureyre’nin hadisin arkasından bu ayeti okuması da buna delildir. İbnu’l-Kayyım, Ahkamu Ehli’z-Zimme, 2/534-535

Buna binaen bir grup şu görüştedir: “Madem ki yaratılanların hepsi İslam dini üzere doğdular; bu onlar için hüccettir. Buna rağmen şirk koşarlarsa onlar için herhangi bir mazeret yoktur. Kişi, kendisine bir rasulün daveti (risalet hücceti) ulaşmasa bile şirk konusunda cehaletinden dolayı mazur sayılamaz.”

Öncelikle bilinmesi gerekir ki; alimlerin çoğunluğu A’raf sûresi’nde geçen misak ile, fıtratın aynı şey olduğu görüşündedirler.

İbnu’l-Kayyım şöyle der: “Önceki ve sonraki alimlerden birçok kişi bunu söylemiştir. A’raf Sûresi’ndeki bu ayeti tefsir eden en güzel şey Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözüdür: “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Ana babası ise onu Yahudileştirir ve Hristiyanlaştırır.” Allahu Teala’nın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtrat; O’nun insanlardan almış olduğu misak, onları kendi nefisleri üzerine şahit kılması ve etmiş oldukları ikrardır.” Ahkamu Ehli’z-Zimme, 2/527

İnsanlar için misak ve fıtratın tek başına hüccet olabileceği sözü doğru olmayan bir sözdür. Bunun delilleri ise şunlardır:

1- “Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmez bir halde çıkarmış ve size işitme görme duyuları ve gönüller vermiştir. Umulur ki şükredersiniz.” Nahl/78

Muhammed İbn-i Nasr şöyle der: “Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem her doğan kişinin yaratılışında bulunan fıtratın; Allahu Teala’nın her doğan kişide Rabbini bilmeyi de yaratması demek olduğu ve bunun Allah’ın şu sözünün manasına uygun olduğunu iddia ettiler: “Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyyetlerini almış ve onları da kendi nefislerine şahitler kılmıştı; “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar: “Evet sen bizim rabbimizsin şahit olduk” demişlerdi.” Allahu Teala’nın, “Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmez halde çıkarmıştır” sözünü işiten ve insanların bu en önemli konuyu bildiklerini iddia edenden daha şiddetli şekilde Allah’ın Kitabı’na muhalefet eden ve daha büyük cürüm işleyen var mıdır? İşte bu kimse alemlerin Rabbi’ne karşı inatçılık yapan ve Kitap’ı bilmeyen bir kimsedir.” Ahkamu Ehli’z-Zimme, 2/525-526

2- “Böylece sana da kendi emrimizle bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun.” Şûra/52

Bu ayet Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem imanı ne misak ne de fıtratla değil, ancak vahiy geldikten sonra öğrendiğine delildir -ki bu da risalet hüccetidir-.

3- “Peygamberler müjdeciler ve korkutucular olarak (gönderildi). Öyle ki peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bahaneleri olmasın. Allah üstün ve güçlü olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir.” Nisa/165

Ayet hüccetin ikame edilmiş olmasının ve özrün ortadan kalkmasının ancak rasul gönderilmesi ile olacağına delildir.

Eğer, “Yukarıda geçen “Sen Adem’in sulbündeyken bana hiçbir şeyi şirk koşmaman üzere söz almıştım. Ancak sen yüz çevirdin ve şirk koştun” hadisindeki misakla hüccetin ikame edilmesi ile, rasullerle hüccetin ikame edilmesinin arasını birleştirmek ne şekilde olur?” denilirse; şu şekilde cevapverilir: Bu hadis birçok nassın delalet etmiş olduğu, rasul ile hüccetin ikame edilmesi konusunu da içermektedir. Hadisin manası şöyledir: Adem’in sulbünde iken bana şirk koşmamana dair senden misak alıp rasuller ile hüccetimi ikame ettikten sonra yüz çevirdin ve şirk koştun.

Nassların arasının birleştirilmesi ve müteşabihte muhkeme başvurulması gerekli olduğundan dolayı bu anlam verilir. Eğer, “Misak ve fıtratın anlamı nedir? Bunlarda hiçbir hüccet bulunmamakta mıdır?” denilirse; şu şekilde cevap verilir: Evet, bu ikisi hüccettir ancak eksiktirler. Bunların hatırlatılmasına ihtiyaç vardır. Çünkü insanın bunu dünyada hatırlaması mümkün değildir. Şu ayet buna delildir:

“Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkardı.” Nahl/78

Rasuller bu misakı hatırlatmak için gelirler. Ayetlerde şöyle geçer: “Hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın.” Ğaşiye/21

 “Umulur ki hatırlarlar.” Bakara/221

“Ne kadar az hatırlıyorsunuz.” A’raf/3

“Akıl sahipleri hatırlasınlar.” Sad/29

“Allah’ın nimetini ve O’na vermiş olduğunuz misakı hatırlayın.” Maide/7

Ayetlerden de anlaşılıyor ki rasuller misakı hatırlatmak için gelmişlerdir. Ayrıca bunların açıklanmasına da ihtiyaç vardır; yani Allahu Teala’nın kulları üzerine olan haklarının ayrıntılı olarak bilinmesine ihtiyaç vardır. Bunun için de yine rasuller gönderilmiştir. Risalet hücceti, hüccet ikame edilmesi için yeterli olmayan misak ve fıtratı tamamlayıcı olarak gelmiştir.

İbnu’l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: “Allah rahmeti ve ihsanı tam olduğu için ancak rasul gönderdikten sonra azap eder. Eğer kişi kınanmayı ve cezayı hak eden bir amel işlerse, Allahu Teala’nın kulu üzerine iki hücceti vardır, ancak bu ikisi ikame edildikten sonra azap eder. Bunlardan birisi; kulun Allah’ın kendisinin yaratıcısı, Melîki ve Rabbi olduğunu ve Allah’ın kendisi üzerinde hakkının bulunduğunu ikrar etmesi üzere bu fıtratla yaratılması. İkincisi ise; rasulünü bunun ayrıntılarını açıklaması ve tamamlaması için göndermesidir. Artık insan için iki şahit vardır; fıtrat ve şeriat. Kişi kafir olduğunu ahirette kendisi ikrar eder: “Onlar kendilerinin kafir olduklarına dair kendileri aleyhine şahitlik ettiler.” Onlara Allah’ın hükmü (azabı) ancak bu iki şahitten (fıtrat ve risalet) ve kendilerinin ikrar etmelerinden sonra uygulanır. Bu da son derece adaletlidir.” Ahkamu Ehli’z-Zimme, 2/564-565

Cehenneme ancak kendisine bir rasulün daveti ulaşan kimse girecektir. Ancak bu rasulün Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem olması şart değildir. Rasulullah’ın gönderilmesinden önce öldükleri için Arap müşriklerine risalet hüccetinin ulaşmadığının söylenmesi doğru bir söz değildir. Çünkü İbrahim’in Aleyhisselam dini ile onlara risalet hücceti ikame edilmişti. Bu dinde bazı tahrifler yapılmış olsa da, onlar arasında Tevhid’i bilen ve onlara bunun delilini gösteren kimseler vardı. Bu şekilde Tevhid’i bilenlerden birisi de Kureyş kafirlerine şu şekilde seslenen Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nufeyl idi: “Ey Kureyş topluluğu! Benden başka sizin aranızda İbrahim’in dini üzere olan yok.” (Buhari)

Salim İbn-i Abdullah İbn-i Ömer şöyle rivayet eder: “Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nufeyl ile vahiy inmeden önce karşılaştı. Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sofra sundu. Nebi ise yemekten kaçındı. Bunun üzerine Zeyd şöyle dedi: “Ben onların putları adına kestiklerinden değil ancak üzerine Allah’ın adının anıldıklarından yerim.” Zeyd İbn-i Amr, Kureyş’i putlara adadıkları kurbanlarından dolayı kınıyor ve şöylediyordu: “Koyunu Allah yarattı, onun için gökten su indirdi, yerden bitki çıkardı; siz ise onu Allah’tan başkası adına kesiyorsunuz.” (Buhari)

Hadiste geçtiği gibi Zeyd, Nebi’yi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gördü ancak peygamberlik gelmeden önce öldü. İbrahim’in hak olan dininden bilebildiği kadarıyla amel etti. Kureyş kafirleri bundan dolayı ona eziyet ettiler. İbn-i Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, 2/238

Cabir’den Radıyallahu Anhu şöyle rivayet edilir: “Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nufeyl cahiliyye döneminde kıbleye yönelirdi ve “Benim ilahım İbrahim’in ilahı, dinim İbrahim’in dini” der ve secde ederdi” derdi, onun durumu nedir” diye soruldu. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Benimle İsa İbn-i Meryem arasında o tek başına bir ümmet olarak haşrolunacaktır.” Muhammed İbn-i Osman İbn-i Ebi Şeybe rivayet etmiş, İbn-i Kesir isnadı sağlam ve hasendir demiştir. Bkz: El-Bidaye ve’n-Nihaye, 2/241

Yine Aişe’den Radıyallahu Anha rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Cennete girdim ve orada Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nufeyl’e ait iki bahçe gördüm.” El-Bağendî rivayet etmiştir. İbn-i Kesir isnadı sağlamdır demiştir. Bkz: El-Bidaye ve’n-Nihaye, 2/241

Rasulullah gönderilmeden önce de İbrahim’in dini ile Araplar üzerine hüccet ikame edilmiş durumdaydı. Onlardan hak olan din üzere bulunanlar vardı ve bunlar ‘hanifler’ idi. Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nufeyl de bunlardandı. İbn-i Hişam’ın aktardığına göre Kureyş, diğer Araplara karşı İbrahim’in Aleyhisselam soyundan olmakla övünür ve kendilerini ‘Hums’ olarak isimlendirirlerdi. Bkz: Mecmuu Fetâva, 11/402; El-Muvâfakat, Eş-Şatıbî, 1/175

İbrahim’in Aleyhisselam dini üzerinde değiştirme ve tahrif yapılmıştı. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: “Amr İbn-i Luhay İbn-i Kam’a İbni Handef’i cehennemde bağırsaklarını sürüklerken gördüm. İbrahim’in dinini ilk değiştiren ve “Saibe”leri, “Bahire”leri çıkaran odur.”

Bununla birlikte onlardan imkansızlıktan dolayı fazlasını yapamasalar da hanif olan ve şirk koşmayıp ana hatları ile Tevhid’i ikrar eden kimseler vardı. Yapabileceklerini yapmalarıyla onlara kurtuluş nasip oldu.

Rasulullah’ın gönderilmesinden önce yaşamış olan Araplara İbrahim’in Aleyhisselam dini ile hüccet ikame edilmiş olması konusundaki delillerle, şu ayet arasında zıtlık varmış gibi görünebilir:

“Senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarıp korkutman için. Umulur ki hatırlarlar.” Kasas/46

Ancak bir başka ayette Allahu Teala şöyle buyurur: “Hiç bir ümmet yoktur ki içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.” Fatır/24

Bu ayetin gereğince onlara bir uyarıcı gelmiştir, o da yukarıda geçtiği gibi İbrahim’dir Aleyhisselam. Bu nassların arasını şu şekilde birleştirmek mümkündür: Kasas Sûresi’ndeki ve onun benzeri ayetlerle anlatılmak istenen; yalnızca onlara ait bir uyarıcı gönderilmediğidir. Yani İbrahim Aleyhisselam özel olarak onlara gönderilmemiştir. Ayrıca Nebi’den Sallallahu Aleyhi ve Sellem önce Arapların kendi aralarından bir peygamber çıkmamıştı. İbrahim Aleyhisselam Irak ve Şam bölgelerinde Babil ve Kenan’da idi.

Allah Teala’nın şu sözü de bunu kuvvetlendirmektedir: “Andolsun ki, Allah müminlere kendi içlerinden bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur...” Al-i İmran/164

Yine Allahu Teala İbrahim’den Aleyhisselam bahsederken şöyle der: “Rabbimiz, içlerinden onlara bir peygamber gönder...” Bakara/129.  Bakara/151 ve Cuma /2 ayetler de aynı anlamdadır

Rasulullah’a peygamberlik gelmeden önce ölmüş olan ve Peygamber’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendilerinin ateşte olduğunu haber verdiği kimselere İbrahim’in Aleyhisselam dini ile hüccet ikame edilmiştir.

Bununla birlikte cehalet özrünü mutlaklaştırmak hatalıdır. Şöyle ki cehalet özürdür ve dünyada cezalandırmaya, ahirette de azaba engel olur. Ancak bu, belirli durumlarda geçerlidir. Bu özel durumlardan bazıları ise şunlardır:

 İslam’a yeni girmiş ve öğrenmek için yeterli vakit bulamamış olan kimse. Bu kişinin mazur olacağına delil, daha önce geçen Zat-u Envat hadisidir.

 İlmin ortadan kalkıp, azaldığı zamanda; kişi kendi yanındaki doğrular az dahi olsa, bunlarla kurtulur ve kendisine ulaşmayan şeylerden mazur sayılır. Bunun delili ise Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nufeyl ile ilgili olan hadistir.

Bunlar, cehaletin özür olarak kabul edildiği bazı durumlardır. Ancak bazı çağdaşlarımız bu istisnai durumları asıl olarak kabul ediyorlar ve ‘cehalet özürdür’ sözünü kayıtsız olarak herkes için kullanıyorlar. Onların cehaletin özür oluşunu bu şekilde mutlaklaştırmalarının ve genelleştirmelerinin fasit olduğunu açıklamak için şu yeterlidir:

Bu söz şer’î teklifin (yükümlülüğün) hepsini kaldırır. Bir vacibi terk eden, bir haramı işleyen yahut cezalandırılması gereken bir kimse “Ben cahilim” diyerek kendisini savunmaktan aciz kalmaz.

Kayıtsız şartsız cehaletin özür olarak kabul edilmesi cahil olan bir kişiyi alim ve müçtehid bir kimseden, dünya ve ahirette daha mutlu kılar. Çünkü cahil bu özründen dolayı dünyada cezalandırılmayacak, ahirette de azap görmeyecektir. Alim olan kimse ise, dünyada cezayı gerektiren bir amel işlediğinde cezalandırılacak günahlarından dolayı da ahirette azap görecektir.

Halbuki görülüyor ki, bu görüşe göre cahil, ahirette kurtulan ve mutlu olanlardan olacaktır. Bunun bir sonucu olarak ta cehalet ilimden, rasulün gönderilmemesi de, (teklif ve cezayı gerektirecek olan) rasulün gönderilmesinden insanlık için daha yararlı olacaktır.

Bu sonuç gerçekten büyük bir fesattır ve şeriatın değişmez kıldığı, alimin cahilden, ilmin cehaletten, rasul gönderilmesinin gönderilmemesinden daha hayırlı olduğu kaidelerine ters düşmektedir.

Allahu Teala şöyle der: “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” Enbiya/107

Cehaletin özür oluşunu mutlak (kayıtsız) olarak kabul edenler, cehaletin belirli durumlarda özür olduğuna has delillerin umumî olduğunu söylediler ve yanıldılar