Son günlerde hadis ehlinden ve ilim ehlinden olmayan, bununla beraber kendilerini selefiliğe nispet eden bazı kimseler; “tekfir”, “cehaletin mazeret olup olmaması”, “hüccetin ikamesi” gibi mevzulara dalmışlar, şu an Suud’da bulunan tevhid ve sünnet ilimlerinde yetersiz olan ve adlarına “şeyh” denilen kimselerin zelle kabilinden sözlerini din edinmeye davet eder olmuşlardır. Bunun neticesinde kendilerini İslam’a nispet eden kimseler, yetkisiz kimseler tarafından tekfir edilmiş, hatta bu kimselerin tekfir edilmeleri dinin rükünlerinden sayılır hale gelmiştir. Bu Müslümanlar, sanki bir hristiyanı, bir yahudiyi tekfir eder gibi, “Müslümanım” diyen insanları tekfir etmektedirler. Allah bu ümmeti, aralarına kılıç girmesinden muhafaza etsin.
Bu ümmet Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Birbirinizin boyunlarını vuran kâfirlere (nankörlere) dönmeyin, Allah’ın kardeş kulları olun” vasiyetini terk etmiş, maalesef “cihad meydanı” adını verdikleri her bölgede kendilerini İslam’a nispet eden iki – ya da daha fazla – taraf birbiriyle savaşır olmuştur. Yetmiş üç fırka içinde sadece Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kendilerinden olmayan fırkaları tekfir etmez. Diğer fırkalar ise kendileri gibi inanmayanları tekfir etmişlerdir. Cehmîler ve Rafıziler’in yetmiş üç fırkanın dışında olduklarını hatırlattıktan sonra, şu önemli noktayı da vurgulamakta fayda var:
Ehl-i Sünnet, diğer yetmiş iki fırkaya bid’atlerinden dolayı buğz ve teberri etse de, hatta onlara selamı kesse de tekfir etmez, yanlış yapan kardeş yahut münafık muamelesi yaparlar. Bunda yadırganacak bir durum yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisi ve ashabı gibi itikad etmediği halde kendisini İslam’a nispet eden münafıklara dünya hükümleri bakımından Müslümanlarla aynı muameleyi yapıyor, onlar üzerinde güç sahibi olduğunda onları İslam’ın zahirdeki emirlerine ve yasaklarına riayet etmeye zorluyor, fakat hakikatte arkadaşları olmadığı halde: “Muhammed arkadaşlarını öldürüyor dedirtmem” diyerek münafıkların öldürülmesini yasaklıyordu.
* "Her Müslüman dininde müçtehit olmak zorundadır" deyişimizdeki müçtehit: ferdî kulluğunda nasıl abdest alacağını, nasıl namaz kılacağını, nasıl dua edeceğini, nasıl oruç tutacağını, zekatı, haccı ve buna benzer yükümlülüklerini bizzat, bağımsız anlayışıyla Kur’an ve sünnet naslarından araştırmak zorundadır. Zira Allah’a ve rasulüne itaat emri, bütün iman edenleri kapsamaktadır. Bu konuda Müslümanın birçok hatalara düşmesi, kendi ulaştığı ilimle başkalarına fetva vermeye kalkmadığı sürece mesele değildir. Hata ettiğine dair delil kendisine ulaştığında bundan dönmek zorunda olduğunu bilmelidir. Bizzat Kur’an ve sünnete muhatap olan kişi anlayamadığı, oturtamadığı, delillerin kendisine karışık geldiği konuları daha iyi bilen ilim ehline sorar.
Soracağı ilim ehlini seçerken de içtihat etmek zorundadır: bu ilim ehli; işinin ehli olmalı, fasık (büyük günahları açıktan işleyen veya küçük günahları açıktan işlemekte ısrar eden) biri olmamalı, aşırılık ve taassub sahibi ve hislerine yenik düşen biri olmamalıdır. Eğer bu şartlara haiz ise, ona Allah’ın ve rasulünün meseledeki hükmünü istediğini beyan etmelidir. Böyle bir müftî’nin Allah’ın dinindeki hükme şahitliğini kabul ederse bu yeterlidir. Bu taklid değil, alimin deliline ittibâdır. Eğer ilmî kabiliyeti varsa bu alimin verdiği delilleri de tetkik eder ki, bu daha faziletlidir.
Şayet fetvasına başvurduğu kimse ilminde ve dindarlığında güvenilir değilse, hevasına ve hislerine yenik düşen, taassup ve aşırılık sahibi biriyse, onun verdiği fetvanın delilini de araştırmak zorundadır. Bunu yapmazsa yine taklidden kurtulmuş olmaz. İbn Abdilberr’in Camiu’l-Beyan, Hatibu’l-Bağdadi’nin el-Fakih ve’l-Mutefekkih gibi eserleri ile bu mevzuda yazılmış diğer kaynak eserlerde geçen rivayetlerde yapılan yönlendirmelerin özeti dediğim şekildedir.
Bu anlattıklarım her mükellef Müslümanın şahsî kulluğu hakkında idi. Bir de Müslümanların genelini ilgilendiren konular vardır ki, cihad, tekfir, tebdî’, tefsîk, had cezaları, bid’at, imamet, davet, maslahat, mefsedet, cehalet gibi meselelerde fetva vermek; içtihat ehli olan, arap dili ve üslubuna vâkıf, tefsir ve hadis ilimleri ile usul bilgisine sahip, nasih-mensuh, umum-tahsis, mutlak-mukayyed, icma edilen hususlar ve ihtilaf edilen hususları bilen, dinde şahitliğine itimad edilen âlimlerin hakkıdır. Böyle olmayan kimselerin bu mevzularda – yetkili âlimlerden hakkıyla nakletmek haricinde - şahsî re’yleriyle konuşmaları, görüş bildirmeleri; bir edepsizlik ve “kendisini ilgilendiren şeyleri terk edip, kendisini ilgilendirmeyen konulara dalmak”tır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onlara güven yahut korku verici bir haber geldiği zaman, onu hemen yaymışlardır. Hâlbuki o haberi Peygambere ve mü'minlerden olan emir sahiplerine götürselerdi, onlardan (kendi ihtisasları dâhilinde) hüküm çıkaranlar, onu bilirler (ve daha iyi değerlendirirler)di. Allah'ın, sizin üzerinizdeki fazlu inayeti ve merhameti olmasaydı, çok azınız müstesna (hepiniz de) şeytana uyardınız.” (Nisa 83) Bu ayette açıkça belirtildiği gibi, ehli olmayan kimselerin umumi meselelerde hüküm istinbat etmeye kalkışması, kitap ve sünnete uymak gibi görünse dahi, hakikatte şeytana uymaktır.
Mesela son günlerde güvenilir ilim ehlinden olmayan hevâ ehli, selefine ve mütemekkin ilim ehline muhalefet etmiş, Rum suresi ilk ayetlerinden fasit bir kıyas ile istidlal yaparak, kitapsız kafirlere karşı kitap ehlinin durumunu, demokrasi ve komünizm dahil türlü kitapsız küfre kapı açmış münafık bir güruh olan Chp’li ve benzerlerine karşı bid’at ve şirk akideler taşıyan, sünnet inkarcılarıyla ortaklaşa hareket eden ve kitapsız bir küfür olan demokrasiyi savunan Akp’li güruha kıyaslamış, yine naslar tam aksine delalet ettiği halde, kalbin fiili ile azaların fiili arasında bâtıl bir kıyas bağı kurmuş, sonra hevaları onları oy kullanmanın vacip olduğu itikadına sürüklemiş, şeytan daha da ileri giderek bu kimselere: “Akp’ye oy kullanmayanın imanından şüphe ederim” dedirtmiş, uydurdukları bu din için dostluk ve düşmanlık eder olmuşlar, kendileri gibi düşünmeyenleri de haricilikle itham etme boyutuna gelmişlerdir.
Aba altından sopa gösteren din düşmanlarının oyununa gelen müslümanların, kendi ağızlarıyla demokrasiyi savunmaları ve övmeleri trajikomik bir hadisedir, lakin ibret alan ne kadar da azdır!...
Müslümanların genelini ilgilendiren meselelerde ilim ehlinin hüküm vermesi, sahabenin menhecidir. Nitekim Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh: “Kur’an’ın müteşabihleri hususunda sizinle tartışanların yakalarından tutun ve onların Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetini bilenlere götürün. Zira Allah’ın kitabını en iyi bilenler, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetini en iyi bilenlerdir” demiştir. Ömer radıyallahu anh burada herkesin sünnetlerle istidlal etmesini değil, sünneti iyi bilen ilim ehline müracaat edilmesini emretmiştir.
Ebu Musa el-Eşarî radıyallahu anh, mescidde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve ashabının yapmadığı şekilde; Allah’ı taşlarla zikreden bir topluluk görünce yadırgamış, hayır ile şerrin bir araya geldiği bu duruma bizzat karşı çıkmadan önce, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ilmine başvurulmasını tavsiye ettiği İbn Mes’ud radıyallahu anh’a müracaat etmiştir. Kıssa uzun ve malumdur. Delil getirdiğim kısım, Ebu Musa radıyallahu anh’ın ferdi bir müdahale yapmadan önce ilim sahiplerinden olan İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın muvafakatini araştırmasıdır. Nitekim İbn Mes’ud radıyallahu anh de bu topluluğa karşı çıkarken, onlara ashabın menhecini delil getirmiş, sahabenin uygulamadığı bir ibadet şekli, hayır gibi görünse dahi bunun sapıklık olduğunu açıklamıştır.
Yine birçok sahabenin nasihatlerinde, kitap ve sünneti rehber edinmeyi, bunlarda anlaşılmayan bir şeyle karşılaşılırsa meselenin daha iyi bilen ilim ehline havale edilmesini tavsiye ettikleri sabit olmuştur.
Lakin zaman değişmiş, muasırlar sahabenin bu tavsiyelerine uymamışlar, ilk iş olarak âlimlere müracaat etmişler, dinlerini âlimlerin fetvalarından aldıktan sonra Kur’an ve sünnete ya müracaat etmez olmuşlar yahut da Kur’an ve sünnet naslarını bu âlimlerin yönlendirmelerinden edindikleri taassup gözlükleri ile okumuşlardır.
Söz konusu âlimlerin güvenilir, takva sahibi, işinin ehli âlimler olmaları, onların taklid edilmelerini ve onların fetvalarını din edinmeyi gerektirmez. Zira sahabeler kitap ve sünnet naslarıyla tezkiye edilmiş olmalarına rağmen, onlar kendilerinin görüşlerinin din edinilmesini reddetmişler ve şiddetle karşı çıkmışlardır.
Mesele tekfir ve bu konuda cehaletin mazeretliği gibi bir konu olunca, son zamanlardaki Müslümanlar bu meselelerde İbn Teymiyye, İbn Kayyım, Muhammed b. Abdilvehhab ve daha başka imamlardan muhtelif, bazen birbirine çelişik gibi de görünen fetvalar naklederek bu meseleyi karara bağlamaya çalışıyorlar.
Bu kardeşlerden ilimle iştigal edenlere çağrı ve uyarı yapıyorum! Gelin, Allah’a ve ahiret gününe imanın gereğini yapalım: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve âhiret gününe inandığınız takdirde, onu, Allah'a ve Peygambere arz edin. Bu, netice itibariyle daha hayırlı ve daha güzeldir.” (Nisa 59)
Âlimlerin sözlerinde birbiriyle ihtilaf eden birçok şey getirebiliriz, sizler de getirebilirsiniz. Lakin ihtilafı gidermenin yolu âlimler arasında ve bunların fetvaları arasında tercihler yapıp, mezhebimize uyanı seçmek değildir. Allah Azze ve Celle, çözümü sunmuştur.
* Din; Allah’ın kitabı ve rasulünün sünnetidir. Kitap ve sünnet üzerindeki farklı anlayışların hakemi ise, bu iki vahyin ilk muhatapları olan sahabelerdir. Ancak onlardan sonra onlara güzellikle uyan tabiin ve müçtehid imamlardır. Sonrakiler sahabelere uymazsa nasıl muteber olabilir?
* Meseleleri Kur’an ve sünnete döndürdüğümüzde cahil mazur görülür mü görülmez mi? Görülmez diyen âlimlerin Kur’an ve sünnetten delilleri nedir? Hangi cehalet, kime mazeret, kime değildir, bu meselenin ayrıntılarını da, asıllarını da sadece ve sadece Kur’an ve sünnet naslarından, sahabenin menhecinden ispatlamaya gayret edelim. Sonrakilerin sözlerinden isabet veya hata edeni ancak bundan sonra belirleyebiliriz.
* Kur’an ve sünnet naslarında ve sahabenin menhecinde, cehalet ve hüccet ikamesi mevzuunda; akidevî mesele – amelî mesele yahut tevhidin aslı gibi ayrımları görebiliyor muyuz?
* Kur’an ve sünnet naslarında haklarında nifak ithamı yapılan kimseleri tekfir ve irtidat ile itham etmenin bir dayanağı var mıdır? Yoksa uzun yıllardan beri maalesef ilim ehli olan kimselerin dahi dinin ıstılahları hakkındaki bu hatalarını sürdürecek miyiz? Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Firavun şöyle demişti: "Geçmiş nesillerin durumu ne olacak?" (Taha 51) Firavun’un dile getirdiği şüpheye takılı kalmaya devam mı edeceksiniz?
Bu meseleyle ilgili belirtmek istediğim son husus, Muhammed b. Abdilvehhab’ın tekfir konusunda söylediği bazı sözleri aktarmak olacaktır. Bizler hadis ehli olarak Vahhabilik ismini, yani Muhammed b. Abdilvehhab’ı taklid etmeyi, onun adına dostluk ve düşmanlık etmeyi asla caiz görmeyiz. Zira bu dinde fırkalaşmaktır. Lakin Muhammed b. Abdilvehhab’ın kitap, sünnet ve sahabe menhecine uygun olan söz ve amellerini onaylamakla, uygun olmadığını gördüğümüz sözlerini ise reddetmekle mükellefiz. Tıpkı diğer imamlar hakkında olduğu gibi, onun da masum olduğuna itikad etmeyiz, lakin her ilim sahibinin ilminden istifade ederiz. Dinimiz ancak Allah ve rasulü adına dostluk ve düşmanlık etmeyi bize yükler. Muhammed b. Abdilvehhab’a gelince, onun hakkında tekfircilik ve haricilik ithamları yapılmıştır. Kendisinin bu ithamlardan beri olduğuna dair savunmalarından bir kısmını nakledeceğim. Zira şeyhin ismini kendilerine alet eden tekfirci düşünceye saplanmış kardeşler de mevcuttur ve meselenin biraz olsun aydınlatılması gerekmektedir.
Böylece daha önce bu meselede benimle istişare etmek isteyen Ebu Umeyr kardeşime de, o zamanlar meşguliyetimin yoğunluğu sebebiyle fırsat bulamadığım desteği, aşağıda tercüme ettiğim sözlerle inşallah vermiş olurum:
Böylece daha önce bu meselede benimle istişare etmek isteyen Ebu Umeyr kardeşime de, o zamanlar meşguliyetimin yoğunluğu sebebiyle fırsat bulamadığım desteği, aşağıda tercüme ettiğim sözlerle inşallah vermiş olurum:
Muhammed b. Abdilvehhab Zan İle Tekfirde Bulunmaz
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
من أظهر الإسلام وظننا أنه أتى بناقض لا نكفره بالظن لأن اليقين لا يرفعه الظن، وكذلك لا نكفر من لا نعرف منه الكفر بسبب ناقض ذكر عنه ونحن لم نتحققه
“İslam’ı izhar eden bir kimsenin buna aykırı düştüğünü zannedersek onu zan ile tekfir etmeyiz. Zira yakini zan ortadan kaldıramaz. Yine küfrünü bilmediğimiz birisinden, nakzedici bir halinin anlatılması sebebiyle, onun durumunu tahkik etmeden tekfir etmeyiz.” Resailu’ş-Şahsiyye (3/24)
Muhammed b. Abdilvehhab Halkın Umumunu Tekfir Etmez
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
وأما القول إنا نكفر بالعموم فذلك من بهتان الأعداء الذين يصدون به عن هذا الدين ونقول سبحانك هذا بهتان عظيم
“Bizim halkın genelini tekfir ettiğimiz sözü, bu dinden alıkoymak isteyen düşmanların iftirasıdır. Biz deriz ki: Subhaneke haza buhtanun azim” Resailu’ş-şAhsiyye (15/101)
Muhammed b. Abdilvehhab Kimleri Tekfir Eder?
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
وأما التكفير فأنا أكفر من عرف دين الرسول ثم بعد ما عرفه سبه ونهى الناس عنه وعادى من فعله فهذا هو الذي أكفره وأكثر الأمة ولله الحمد ليسوا كذلك. وأما القتال فلم نقاتل أحداً إلى اليوم إلا دون النفس والحرمة وهم الذين أتونا في ديارنا ولا أبقوا ممكنا ولكن قد نقاتل بعضهم على سبيل المقابلة ( وجزاء سيئة سيئة مثلها ) وكذلك من جاهر بسب دين الرسول بعد ما عرفه والسلام
“Tekfire gelince, ben Rasulün dinini öğrendikten sonra ona söven, insanları ondan yasaklayan, bu dine uyanlara düşmanlık eden kimseyi tekfir ediyorum. Ümmetin çoğunluğu ise Allah’a hamd olsun böyle değildir. Ama savaşmaya gelince; bu güne kadar can ve hürmet dışında kimseyle savaşmadık. Onlar bizim diyarımıza geldiklerinde yerimizde kalamazdık. Lakin bazıları karşılık vermek için savaşmış olabilir. Kötülüğün karşılığı misliyledir. Yine Rasulün dinini öğrendikten sonra ona açıkça söven kimse de böyledir. Vesselam.” Resailu’ş-Şahsiyye (5/37)
Muhammed b. Abdilvehhab Kendisine Uymayanları ve Cahilleri Tekfir Etmemiştir
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
تكفير من بان له أن التوحيد هو دين الله ورسوله ثم أبغضه ونفر الناس عنه. وجاهد من صدق الرسول فيه ومن عرف الشرك وأن رسول الله صلى الله عليه وسلم بعث بإنكاره وأقر بذلك ليلا ونهاراً ثم مدحه وحسنه للناس وزعم أن أهله لا يخطئون لأنهم السواد الأعظم، وأما ما ذكر الأعداء عني أني أكفر بالظن وبالموالاة أو أكفر الجاهل الذي لم تقم عليه الحجة فهذا بهتان عظيم يريدون به تنفير الناس عن الله ورسوله
“Allah’ın ve rasulünün dini olan tevhid kendisine açıklanıp da sonra ona kin duyan ve insanları bundan uzaklaştıran, Rasulün bu dini beyandaki doğruluğunu inkar eden, şirki ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şirke karşı çıkmak üzere gönderilmiş olduğunu bilen, bunu sabah akşam ikrar eden, sonra şirki öven ve insanlara süsleyen, şirk ehlinin büyük çoğunluk olmaları sebebiyle hata etmeyeceklerini iddia eden kimsenin tekfiri. Ama düşmanların anlattıkları gibi benim zan ile, muvalat (şirk ehline dostluk) sebebiyle veya kendisine hüccet ikame edilmemiş cahili tekfir etmeme gelince, bu büyük bir iftiradır. Bu iftira ile insanları Allah’tan ve rasulünden uzaklaştırmak istiyorlar.” Resailu’ş-Şahsiyye (3/25)
Muhammed b. Abdilvehhab Güvenilir Alimlerin Tekfir Ettiği Kimselerden Başkasını Tekfir Etmemiştir
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
ما ذكر لكم عني أني أكفر بالعموم فهذا من بهتان الأعداء، وكذلك قولهم إني أقول من تبع دين الله ورسوله وهو ساكن في بلده أنه ما يكفيه حتى يجييء عندي فهذا أيضا من البهتان ؛ إنما المراد اتباع دين الله ورسوله في أي أرض كانت ؛ ولكن نكفر من أقر بدين الله ورسوله ثم عاداه وصد الناس عنه ؛ وكذلك من عبد الأوثان بعد ما عرف أنها دين للمشركين وزينه للناس ؛ فهذا الذي أكفره وكل عالم على وجه الأرض يكفر هؤلاء إلا رجلاً معانداً أو جاهلاً
“Size benim umumu tekfir ettiğim anlatılmış ki, bu düşmanların iftirasıdır. Yine benim Allah’ın ve rasulünün dinine tabi olan fakat kendi ülkesinde ikamet eden kimsenin benim yanıma gelmedikçe bunun yeterli olmayacağını söylediğimi iddia etmeleri de düşmanların iftirasıdır. Maksat; yeryüzünün neresinde olunursa olunsun ancak Allah’ın ve rasulünün dinine tabi olmaktır. Lakin biz Allah’ın ve rasulünün dinini ikrar edip sonra bu dine düşmanlık eden ve insanları ondan uzaklaştıranı tekfir ederiz. Yine bunun müşriklerin dini olduğunu öğrendikten sonra putlara ibadet eden ve insanlara bunu süsleyen kimseleri de (tekfir ederiz.) Bunlar ise inatçılık eden veya cahil olan kimse dışında yeryüzündeki her alimin tekfir ettiği kimselerdir.” Resailu’ş-Şahsiyye (9/58)
Muhammed b. Abdilvehhab Allah’tan Başkasına Dua Etmeyi Caiz Göreni ve Tevhid Ehlini Tekfir Edeni Tekfir Etmiştir
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
فإن قال قائلهم إنهم يكفرون بالعموم فنقول : سبحانك هذا بهتان عظيم الذي نكفر الذي يشهد أن التوحيد دين الله ودين رسوله، وأن دعوة غير الله باطلة ثم بعد هذا يكفر أهل التوحيد، ويسميهم الخوارج ويتبين مع أهل القبب على أهل التوحيد
“Eğer onların sözcüleri “Onlar umum olarak tekfir ediyorlar” derse deriz ki: Tevhidin Allah’ın dini ve rasulünün dini olduğuna şahitlik edeni tekfir etmemiz büyük bir iftiradır. Allah’tan başkasına dua etmek batıldır. Bundan sonra tevhid ehlini tekfir ederler ve onları “hariciler” diye adlandırırlar. Kubbelerin ehli ile beraber tevhid ehline muhalefet ederler.” Resailu’ş-Şahsiyye (7/48)
Muhammed b. Abdilvehhab Kendisine Huccet Ulaşmamış Kimseyi Tekfir Etmez
Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
من عمل بالتوحيد، وتبرأ من الشرك وأهله فهو المسلم في أي زمان وأي مكان وإنما نكفر من أشرك بالله في إلهيته بعد ما نبين له الحجة على بطلان الشرك وكذلك نكفر من حسنه للناس، أو أقام الشبه الباطلة على إباحته، وكذلك من قام بسيفه دون هذه المشاهد التي يشرك بالله عندها، وقاتل من أنكرها وسعى في إزالتها قوله إني أكفر من توسل بالصالحين، وقوله : إني أكفر البوصيري لقوله يا أكرم الخلق، وقوله إني أقول لو أقدر على هدم حجرة الرسول لهدمتها ولو أقدر على الكعبة لأخذت ميزابها وجعلت لها ميزاباً من خشب، وقوله إني أنكر زيارة قبر النبي صلى الله عليه وسلم، وقوله إني أنكر زيارة قبر الوالدين وغيرهم وإني أكفر من يحلف بغير الله فهذه اثنتا عشرة مسألة جوابي فيها أن أقول : ((سبحانك هذا بهتان عظيم ))
“Tevhid ile amel eden, şirkten ve şirk ehlinden uzaklaşan, hangi zamanda, hangi mekanda olursa olsun o Müslümandır. Biz ancak kendisine şirkin batıl olduğuna dair hüccet apaçık ortaya çıktıktan sonra Allah’a uluhiyetinde ortak koşan kimseyi tekfir ederiz. Yine şirki insanlara güzel göstereni veya bunun mubah oluşuna dair batıl şüpheler ikame edeni tekfir ederiz. Yine yanında Allah’a ortak koşulan meşhedler (türbeler)i korumak için kılıcını çekeni, bunlara karşı çıkan ve yok edilmesi için çalışana karşı savaşanı tekfir ederiz. Benim Salihlerle tevessül edeni tekfir ettiğimi söylemesi, benim Busayri’yi “Ey yaratılmışların en değerlisi” dediği için tekfir ettiğimi, benim: “Şayet gücüm yetse Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hücresini yıkardım, gücüm yetseydi kabenin altınoluğunu alır, onu tahtadan yapardım” dediğimi, benim Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyarete karşı çıktığımı, ana babanın kabirlerini ve başka kabirleri ziyaret etmeye karşı çıktığımı ve Allah’tan başkası adına yemin edeni tekfir ettiğimi söylemesi, işte bu on iki meselenin hepsine karşı vereceğim cevap ancak şöyle dememtir: “Allah’ım! Sen noksanlardan münezzehsin. Bu büyük bir iftiradır.” (Resailu’ş-Şahsiyye 11/64)
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab Tagutu Tekfir Etmeyi Tasrih Etmeyeni Tekfir Etmemiştir
Şeyh Abdullatif Alu’ş-Şeyh, el-İhsa’da Cuma ve cemaatten ayrılan iki kişi hakkında sorulmuştur. O ikisi, etraflarındaki Müslümanları; “İbn Feyruz ve benzerleri gibi tagutu tekfir etmeyen kimselerle oturuyorlar, tagutu tekfir ettiklerini açıkça ortaya koymuyorlar” gerekçesiyle tekfir ediyorlar ve şöyle diyorlar: “Tagutu tekfir ettiğini açıkça ortaya koymayan Allah’a kafirdir, tagutu tekfir etmemiştir. Böyle bir kimseyle oturan da onun gibidir. Bu iki yalancı ve sapık mukaddimeden dolayı açık riddet ve selamlaşmayı terk etmeyi gerektiren hükümler terettüp eder…”
Şeyh Abdullatif şöyle cevap vermiştir:
فرفع إليّ أمرهم ، فأحضرتهم وهددتهم وأغلظت لهم ، فزعموا أولاً أنهم على عقيدة الشيخ محمد بن عبد الوهاب ، وأن رسائله عندهم ، فكشفت شبهتهم وأدحضت ضلالتهم ، بما حضرني في المجلس ، وأخبرتهم ببراءة الشيخ من هذا المعتقد والمذهب
“Onların durumu bana iletildi. Onları çağırdım ve tehdit ederek ağır konuştum. Öncelikle onlar, Muhammed b. Abdilvehhab’ın akidesinde olduklarını, yanlarında Muhammed b. Abdilvehhab’ın risalelerinin bulunduğunu iddia ediyorlar. Şüphelerini giderdim ve meclisimde bulunanlarla sapıklıklarını çürüttüm. Onlara Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab’ın bu itikad ve görüşten berî olduğunu haber verdim.” (Mecmuatu’r-Resail ve’l-Mesaili’n-Necdiyye 3/4-5)