Bir gün bedevinin birisi eşeğinin sırtına bir heybe atmış, heybenin dengelenmesi için bir gözüne kum taneleri diğer gözüne de buğday doldurmuş. Yolda giderken saçı sakalı birbirine karışmış yoksul görünümlü bir adamla karşılaşmış. Adam bedeviye, heybede ne götürdüğünü sormuş. Bedevi:
“Bir gözünde buğday, diğerinde kum var” demiş. Adam:
“Buğdayı anladık da, kumu niye doldurdun?” deyince bedevi:
“Dengeyi sağlaması için” cevabını vermiş. Bunun üzerine adam:
“Öyle yapacağına aklını kullansan da buğdayı ikiye bölseydin; bir kısmını heybenin bir gözüne, diğer kısmını da öteki gözüne koyar, böylece hem dengeyi sağlamış ve hem de eşeğin yükünü hafifletmiş olurdun” demiş. Bu fikir bedevinin aklına yatmış ve çok hoşuna gitmiş. Bedevi, akıl veren kimseye dönerek,
“Sen vezir misin, padişah mısın?” deyince adam:
“Hiçbiri değilim” demiş. Bedevi tekrar üstelemiş,
“Herhalde kılık değiştirmiş zengin biri olmalısın” demiş. Bunun üzerine adam,
“Zenginlik şöyle dursun, bir lokma ekmek alacak bir mangırım bile yok, böyle diyar diyar dolaşıp duruyorum, kim bir lokma ekmek verirse onunla idare ediyorum” demiş. Bu son cevap üzerine bedevî öfkesinden;
“Yürü git be adam!, Yanımdan uzaklaş! Benim aptallığım, senin akıllılığından daha iyi; çünkü dağarcığımda azığım, çuvalımda buğdayım var” demiş.