Sözlerin En Doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Dua

Dua

Sanal Bir İftira Mektubu Hakkında Bir Tekzip

Son günlerde sünnet ehline düşmanlık eden fısk ve bid’at ehlinin iftiralar içeren bir mektubu her tarafa servis edilmektedir. Türkiye’nin her tarafından bu mektubun kendisine ulaştığı bazı kimseler, içeriğinin doğruluğunu hiç merak etmeksizin ya “Müslüman bir kardeşinin nimete mazhar olduğu” düşüncesiyle sevinmekte, yahut da bid’atlerine muhalefet eden bir çıban başı gördükleri birinin yıpratılıp davetinin geçersiz kılınabilmesi için bedavadan bir fırsat daha ele geçirdiklerine sevinmektedirler.
Beni ve mektupta ismi geçen Abdullah Güneş kardeşi yakından tanıyan, olayların iç yüzünü bilen kardeşler ise gerçekler ile yalanların birbirine karıştırılarak ne denli bir imha mekanizması ortaya çıkarıldığına hayret etmekteler.   
Bu mektupta güya Abdullah Güneş isimli kardeşe araba aldırdığım ve dublex ev aldırmak üzere olduğum anlatılmakta, benim bütün namazları cem ettiğim, çalışmadan gelir sahibi olduğum vs. iftiralar yer almaktadır.
Bu gafiller şu hakikati hayal bile edemezler: tutunmaya çalıştığımız ilim ve amel, ev ve araba gibi ucuz karşılıklara satılık değildir! Karşılığı cennet olması için bu yola süluk ettik ve Allah korusun bunu cehennem ile değişmek asla düşünmek istemediğimiz bir vartadır.
Ayrıca Müslümanlara şu uyarıyı da her zaman yapmak boynumuzun borcudur; hoca olarak bildiğiniz her kim, öğrettiklerine ve davetine karşılık talebesinden maddi yardım talep ediyorsa, onun saptırmalarına karşı çok dikkatli olsunlar! Zira o kimse, Allah’tan başkasından ücret istemeyen ve ancak kendi emeğinin karşılığıyla geçinen Nebi’lerin yoluna muhalefet etmiş, Allah Azze ve Celle’nin kitabında kınadığı yiyici din adamlarına benzemiştir!
Olayın hakikatine gelince Çubukta’ki evimi satıp, üzerine borçlanarak İnegöl’de bir ev satın almıştım. Borç aldığım şahıs fitneye düşüp alacağını vadesinden önce talep edince ve bazı münafıklar İnegöl’de “Borç aldı, borcunu ödemiyor” şeklinde yaygara çıkarınca İnegöl’deki evi sattım, borcumu ödedim, Ankara’ya kiralık bir eve taşındım, bu taşınma işinde Abdullah kardeşin de, tıpkı başka kardeşlerin, bir Müslümanın diğer bir Müslümana yardımcı olması gerektiği hissiyatıyla yardımcı olmaları gibi yardımları olmuştur. Allah inegöl’den ve Ankara’dan yardımcı olan kardeşlere hayırlı karşılık versin. Sattığım evin parasının bir kısmıyla araba aldım, bir kısmıyla bir arsaya hissedar oldum, bir kısmıyla kira giderlerimi ve geçimimi karşılıyorum. Ayrıca geçimimi sağlamak için kitap tercümesi de yapıyorum. Bahsi geçen arsa hissesinden kâr etme ihtimalim var ve inşallah satabilirsem, pazarlığını yaptığımız bir evi satın almayı düşünüyorum.
Şayet sahih menhece davet hususunda diğer davetçiler yan çizip bid’at yollara sapmasalar, bu menheci garip bırakıp şahsi maslahatlarının peşine düşmeselerdi Ebu Emre denilen Temel Alıcı’nın yıllardır aleyhimde sürdürdüğü, Yahut hakkın tarafında yer almaktan korkmaları sebebiyle bulaşıcı kalp hastalığıyla fitneye düşmüş olan Bilgin Yalçın, Ebu Said Yarpuzi, Mesut Körpe ve diğerlerinin karalama ve yıpratma faaliyetlerini sineye çektiğim gibi böyle bir açıklamaya da gerek duymazdım. Zira bu kardeşlerimiz fitneye uymasalar ve hakka sahip çıksalardı,  onlar, hakkı arayan kimselere hakkı ulaştıran vesileler olurlar ve Ebu Muaz’ın iftiralarla lekelenmesinin ve davet meydanından çekilmesinin hak davete bir zararı olmazdı.
Lakin hadise beni  aştığı gibi, aynı şekilde adı geçen şahsın insafsız iftiralarda bulunduğu Ebu Said’i de  aşmış ve bu gibi iftiralar, üzerinde yürümeye çalıştığımız Ehl-i Hadis menhecini çirkinleştirmeye yönelik vesile edinilmiş, hak davetin kendisine ulaştığı birçok genç kardeşler, internette veya başka ortamlarda gördükleri bu rezilce, insanlık dışı iftiralar sebebiyle hak davetten yüz çevirir olmuşlar veya en azından hak hususunda şüpheye düşmüşlerdir. Durum böyle bir hal almış iken şahsıma yapılanlardan yüz çevirsem bile, istihbarat örgütleriyle el ele veren kimselerin hak davete karşı, benim adım üzerinden yaptıkları bu engellemelere sükût etmeyi caiz görmem yalnız bana değil, davete de zarar vermiştir. Çünkü mesele şahsımı müdafaadan daha çok hak daveti müdafaa için buna ihtiyaç hissettirmiştir.
Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yaptığı taksim hakkında "Bunda Allah'ın rızası ve adalet gözetilmemiştir" diyenlere karşı Rasululullah Sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Ben adaletli olmazsam kim adaletli olur" veya buna benzer hadisleriyle kendisini savunmasını örnek aldım ve durumun hakikatinden habersiz Müslümanların kötü zanda bulunarak vesveseye kapılmalarını da önlemek amacıyla, Allah'ın bana lütfettiği mal hakkında - Allah korusun övünmek için değil şerden korunmak maksadıyla - bu beyanda bulunuyorum. "Rabbinin nimetine gelince, onu anlat" (Duha suresi) 
Gönül arzu ederdi ki şahsıma saldıranlar yalnızca hakkın delilleriyle reddiye verip göremediğimiz, fark edemediğimiz kusurlarımızı görmemizi sağlasalar ve biz de kendilerine teşekkür ve dua etseydik. Çünkü ben kendimi hatasız ve kusursuz görmüyorum. Lakin yatsıya kadar bile yanmayacak mumlar yakarak, yalan ve iftira yolunu tutmakta, hem kendilerinin, hem de başkalarının dünya ve ahiretlerine zarar vermekte, kendilerine hüsnü zan besleyebileceğimiz bütün kapıları suratımıza kapamaktalar.
Mektubun içeriğindeki doğruya gelince, Diyanet’in camilerinde bulunan cemaatlere katılmayışımızdır. Bunu her ortamda zaten delilleriyle dile getirmekte, sitede sesli ve yazılı olarak açıklamaktayım. Tuhaf olan bu değil, kendilerini Selefi’liğe nispet edenlerin, diyanetin işgal ettiği ve namazların bâtıl hale geldiği camilerdeki cemaati, tabi olunması gereken cemaat olarak lanse etmeleri, Allah’ı birlemeye davet ettikleri halde kendilerinin Allah’ı birlememeleridir. Zira Kur’an-ı Kerim’den ve Sahih Sünnetten naslara rağmen, bunlara teslim olmak yerine, insanların tepkisine göre şekil almakta, Kur’an ve sünnete uyup, bâtıl işleyen çoğunluğa muhalefet etmeye “Fitne çıkarmak” demeleridir.
Onların bu tariflerine göre en büyük fitneciler – haşa ve kellâ - Nuh, İbrahim, Musa ve Muhammed sallallahu aleyhim ve sellem’dir. Lakin Allah’ın sakınmayı emrettiği fitne ise Rasullerle gönderilene muhalefet etmektir! Asıl fitneye düşenler he zaman insanların çoğunluğudur. Zira insanların çoğu akletmez, ibret almaz, şükretmez, zanna uyar, saçmalarlar… şirk koşmadan iman etmezler… çoğu fasıklardır. O halde hiçbir zaman için insanların çoğunluğu ölçü değildir. Fakat ölçü, uyanları azınlık olsa dahi, yalnızca Allah’ın indirdiğidir.  
Yani fitneye düşmüş bir toplum içinde hakka tabi olmaya “fitne çıkarmak” tabirini kullanmak, esasen hakka karşı kafa tutmaktır ve insanların çoğu bu yolu benimserler. Böyle sözde selefilikten Allah’a sığınırız!
Nitekim Ebu Cehil dahi Bedir savaşında şöyle dua ederek mensuplarını etkilemek istiyordu: “Allah’ım! Şu adama karşı bize yardım et, zira o insanlar arasında bölücülük çıkardı, akrabalık bağlarını kopardı…”
Bizim de her yerde bâtıl üzerinde toplanmaya karşı çıkışımızı benzer bir tavırla eleştirenler “Kardeşlik bağlarını bozdu, fitne ve ayrılık çıkardı” gibi duygusal argümanlar kullananlar acaba hiç ibret almıyorlar mı? Hangi tarafta yer aldıklarını hiç sorgulamıyorlar mı?