Sözlerin En Doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Dua

Dua

Risalet Hüccetinin İkame Şekli

RİSALET HÜCCETİNİN YERİNE GETİRİLME ŞEKLİ


Hüccet ikame etmenin kuralı hitab edilen mükellefe, anlayabileceği bir tarzda tebliğ etmektir. Terceme gerekli olduğunda bunu yapmak vaciptir. Delili ise şu ayeti kerimedir:

“Biz her peygamberi, onlara açıklasın diye kendi kavimlerinin dili ile gönderdik.” İbrahim/4

Ancak “Terceme, hücceti ikame edene mi, yoksa bunun muhatabına mı vaciptir?” diye sorulacak olursa; her ikisi için de delil varid olmuştur:

Buhari Ebu Cemra’dan şöyle rivayet eder: “Ben İbni Abbas ile, insanlar arasında tercümanlık yapıyordum.” Hadis No: 87

Yine Buhari, Nebi’nin Herakl’i İslam’a davet etmek için ona göndermiş olduğu mektubun içeriği hakkında İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet eder: “Çevresinde Rûm ileri gelenleri bulunduğu halde, onları (sahabeyi) meclisine çağırdı. Ayrıca tercümanını da çağırdı...” Hadis No: 7

Ayrıca hüccetin ayrıntılı ve açıklayıcı olması gerekir.

Allahu Teala şöyle buyurur: “Rasullere düşen, apaçık tebliğden başkası mıdır?” Nahl/35

“Bilin ki rasullerimize düşen apaçık bir tebliğdir”Maide/92

 “Allah, bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya dek onları saptıracak değildir” Tevbe/115,  Nûr/54 ve Teğâbun/22

Apaçık tebliğin şekli İbn-i Teymiye’nin de belirttiği gibi şöyledir: “Allahu Teala şöyle buyurur: “Eğer müşriklerden biri senden eman isterse, Allah’ın kelamını işitinceye dek ona eman ver.” Tevbe/6

Anlaşılacağı üzere buradaki işitmeden maksat, mananın anlaşılmasını sağlayacak bir işitmedir. Çünkü mananın anlaşılmasını sağlamayacak bir şekilde sırf lafzı işitmekle maksat gerçekleşmiş olmaz. Eğer kişi Arap olmayan birisi ise, kendisine ikame edilecek olan hüccetin terceme edilmesi vaciptir. Eğer Arapsa, Kur’an’da bulunan fakat onun sözlüğünde olmayan değişik kelimelerin manalarını bu kimseye açıklamamız da yine vaciptir.

Şayet kişi, insanlardan birçoğunda olduğu gibi, lafzı işitiyor fakat manasını tam anlamıyla kavrayamıyor ve bizden bunun manasını kendisine tefsir edip açıklamamızı istiyorsa, bize düşen bunu yapmaktır. Bize Kur’an hakkında şüphe uyandıran bir soru sorarlarsa, Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaptığı gibi bunu cevaplandırırız. Zira Ona bazı müşrikler, Ehl-i Kitap yahut Müslümanlar tarafından, Kur’an hakkında ortaya çıkan herhangi bir soru getirildiğinde onlara cevap veriyordu.” El-Cevabu’s-Sahih Limen Beddele Dinel-Mesih, 1/68-69

İbn-i Hazm “Apaçık tebliğ (Belağu’l-Mübîn)” sözünü şöyle açıklar: “Kişiye, karşı çıkacak bir şey bırakmayacak şekilde tebliğ etmektir.” El-İhkam, 1/74

Şayet muhatap birtakım şüpheler ve sorular ileri sürerse bunlara cevap vermek vaciptir. Çünkü bu apaçık tebliğin gereklerinden birisidir. Bu, şüphelerin dikkate alınır türden olması durumundadır.

Örneğin Firavn’un Musa’ya şu soruyu sorması gibi: “Dedi ki: ‘Ey Musa, rabbiniz kim?’ (Musa) şöyle dedi: ‘Bizim Rabbimiz, her şeyi yaratan sonra da ona yol gösterendir’ (Firavn) dedi ki: ‘Öyleyse önceki nesillerin durumu ne olacak?’ (Musa) şöyle cevap verdi: ‘Bununla ilgili bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim ne yanılır ne de unutur.” Tâ-Hâ/49-52

Eğer bir kimseye hüccet ikame edilir de, buna ne uyar ve ne de bir cevap vermezse bu kimse yüz çevirendir. Ayette bildirildiği gibi: “Kafirler, sakındırıldıkları şeyden yüz çevirenlerdir.” Ahkaf/3

Hüccet ikame edilen şahıs, şayet buna batıl ile ve alayla karşılık verirse, bu kimse yüz çevirip alay eden kimsedir ve kendisinden yüz çevirmek gerekir: “Cahillerden yüz çevir.” Araf/199

Batıl ile karşılık vermeye, Firavn’un, sorularını bitirdikten sonra söylediklerini örnek verebiliriz: “Size gönderilen elçiniz gerçekten delidir.” Şuara/27

“Eğer benden başka bir ilah edinirsen, andolsun ki seni zindana atılanlardan kılarım.” Şuara/29

“Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?” Zuhruf/50

Kafirlerin çoğunun durumu böyledir. Onların, peygamberlerin hüccetlerine karşı çıkmak için öne sürebilecekleri, sahih hiçbir hüccetleri yoktur. Onlar sadece hevalarının muhalefetine dayanırlar. Nuh’a karşı söyledikleri şu söz gibi:

“Sana hep düşük kimseler tabi olmakta iken, biz sana iman eder miyiz?” Şuara/111

Düşük kimselerin kendisine tabi olmasının onun doğruluğunu zedelemeyeceği açıktır; ancak bu kimselere katılmak onların hiç de hoşlarına gitmedi. Bu nedenle müşrikler Nebi’den Sallallahu Aleyhi ve Sellem Sad İbn-i Ebi Vakkas, İbn-i Mes’ud, Habbab İbn-i Eret, Ammar İbn-i Yasir ve Bilal gibi kimseleri uzaklaştırmasını istemişlerdi. Bu, Mekke’de sahabelerin arasında Ehl-i Suffe bulunmadan önce idi. Bu yüzden Allah Tebarake ve Teala şu ayetleri indirdi:

“Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam Ona yalvaranları sakın kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından ise onlara herhangi bir sorumluluk yoktur. Buna rağmen eğer onları kovarsan zalimlerden olmuş olursun.” En’am/52-53

Müşriklerin genelinin sözü ise şudur: “Biz babalarımızı bir din üzere bulduk ve onların izinde gideriz.” Zuhruf/23

Bu ve buna benzer şeyler peygamberlerin doğruluklarına zarar verecek birer hüccet olamazlar. Bilakis bunlar gösteriyor ki; peygamberin daveti onların istek, heva ve geleneklerine aykırı olduğu için ona uymadılar ve bunların hepsi kafirdirler. Mecmuu’l-Fetâvâ, 7/191-192

Bunlardan sonra bu meseleyle ilgili olarak iki noktaya dikkat çekmemiz gerekmektedir. Şöyle ki:

ULAŞTIRILMASI ESNASINDA HÜCCETİN ANLAŞILMASININ ŞART OLUP OLMADIĞI MESELESİ


Bazı Necidli davetçi alimlerden yaygın olarak işitilen bir görüşe göre bu noktada, hüccetin ulaştırılması ile anlaşılması arasında fark vardır. Kendisine hüccet ulaşan herkese bunu anlamasa dahi hüccet ikame edilmiş sayılır.

Bu görüşte olanlardan birisi de Şeyh Muhammed İbn-i Abdulvehhab’dır. Kendisi şöyle der: “Allah’ın açık ve kesin bir şekilde bildirdiği dinin temellerine gelince; hiç şüphesiz Allah’ın hücceti Kur’an’dır. Kime Kur’an ulaşmışsa, ona hüccet ulaşmış demektir. Problemin temelinde yatan şey ise, sizin hüccet ikamesi ile hüccetin anlaşılmasının arasını ayırmamanızdır. Kafirlerin ve münafıkların bir çoğu kendilerine ikame edildiği halde, Allah’ın hüccetini anlamamışlardır:

“Yoksa onların çoğunluğunun işittiğini ve aklettiğini mi zannetmektesin? Onlar yalnızca hayvanlar gibi, hatta yol olarak daha da sapıktırlar.” Furkan/44

Hüccet ikamesi ve hüccetin ulaştırılması başka şey, kendilerine hüccet ikame olunduğunda onu anlamaları başka şeydir. Onların küfrünü belirleyen, anlamamış olsalar dahi, hüccetin kendilerine ulaşmış olmasıdır. Eğer bu durumu anlamak size zor geliyorsa, Allah Rasulü’nün Hariciler hakkındaki şu sözlerine bakın:

“Onlarla nerede karşılaşırsanız öldürün.”

“Gökyüzünün altındaki en şerli ölülerdir.”

Halbuki onlar, sahabe asrında yaşamışlardır ve neredeyse insan onların yanında sahabenin amelini küçümser. İnsanlar, onları dinden çıkaran şeyin; görüşlerindeki sertlik, aşırılık ve içtihad olduğunda icma etmelerine rağmen, onlar Allah’a itaat ettiklerini zannediyorlardı. Halbuki hüccet onlara ulaşmış fakat onlar anlamamışlardı.” Er-Rasâilu’ş-Şahsiyye, 244-245

Bu konu onların kitaplarında çokça geçmektedir. Buna göre şayet hüccetin ikamesinin gerçekleşmiş olması için, onu iman ve kabul ehlinin anladıkları gibi anlamanın şart olmadığını söylemek istiyorlarsa bu doğrudur. Şayet hüccetin ikamesinin gerçekleşmiş olması için, onun ne ifade ettiğini anlamanın şart olmadığını söylemek istiyorlarsa bu hatadır. Çünkü Allahu Teala kafirlerin, rasullerin davetinden neyin kastedildiğini, onların Tevhid’e ve şirkten sakınmaya çağırdıklarını anladıklarını açıklamaktadır.

Örneğin Âd kavminin, nebilerine söylemiş oldukları şu sözden bu anlaşılmaktadır:

“Sen bize, yalnızca Allah’a ibadet etmemiz ve babalarımızın taptıklarını bırakmamız için mi geldin?” Araf/70

Mekke kafirleri ise şöyle dediler: “İlahları tek bir ilah mı kıldı? Gerçekten de bu şaşılacak bir şey.” Sâd/5

“Gerçekten onlar, kendilerine; ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ denildiğinde, büyüklenirler ve derler ki; ‘Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edecekmişiz!” Sâffât/35-36

Bu ayetler kafirlerin, Rasul’ün davetinin ne demek olduğunu, “La İlahe İllallah” şehadetinin manasını, bunun; ibadeti yalnızca Allah’a has kılmayı, putlar ve diğer mabutları terk etmeyi gerektirdiğini anlamış olduklarını ancak onların tüm bunlara imandan, büyüklenme ve inat yüzünden kaçındıklarını açıkça ifade etmektedir.

Burada iki tür anlama, iki tür işitme ve iki tür hidayet olduğunu bilmekle problem ortadan kalkar. Allahu Teala kafirlerde işitme, akletme ve hidayetin sadece bir türünün bulunduğunu bildirmiş, ikinci türü onlardan nefyetmiştir. Onlarda bulunduğu belirtilen birinci tür, kendilerine hüccet ikamesi için şart koşulmuştur. Bu, hüccetin anlamının ve ondan amaçlanan şeyin ne olduğunun anlaşılması ile ilgilidir. Kafirlerde bulunmayacağı bildirilen ikinci tür ise hüccetin kabulü, ona iman ve boyun eğme ile ilgilidir.

İdrak Etme Anlamında İşitme


Allahu Teala bunun şu ayet-i kerimelerde belirtildiği gibi, kafirlerde bulunduğunu bildirmiştir: “Onlara ayetlerimiz okunduğunda; ‘işittik, eğer dileseydik elbette biz de bunun benzerini söylerdik. Bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değildir’ derler.” Enfal/31

“Kafirlerden biri sana sığınmak isterse, Allah’ın kelamını işitinceye dek ona izin ver.” Tevbe/6

Kabullenme ve Gereğini Yerine Getirme Anlamında İşitme


Allahu Teala şu ayetlerde belirttiği gibi bu durumu kafirlerden nefyetmiştir:

“Eğer Allah onlarda bir hayır görmüş olsa idi, elbette onlara işittirirdi. Ve eğer işittirmiş olsaydı elbette onlar yüz çevirip dönerlerdi.” Enfal/23

 “Dediler ki eğer biz işitseydik yahut akletseydik, cehennemlikler arasında olmazdık.” Mülk/10

Mükellefi Manayı Anlamakla Sorumlu Kılan Teklifin Sebebi Olan Akletme


Allahu Teala bu tür akletmenin kafirlerde bulunduğunu bildirmiştir:

“Onların size inanmalarını mı ümit ediyorsunuz! Onlardan bir kısmı Allah’ın kelamını işitirler, sonra da onu iyice (akledip) anlamalarının ardından bile bile tahrif ederlerdi.” Bakara/75

Hücceti Kabul ve Gereğini Yerine Getirmeyi Gerekli Kılan Akletme


Allahu Teala bu tür akletmenin kafirlerde bulunmadığını bildirmiştir:

“Dediler ki: Eğer işitmiş yahut akletmiş olsaydık, cehennemliklerden olmazdık.” Mülk/10

Allahu Teala onların yüz çevirmelerine karşılık bir ceza olarak, bu tür akletmeden onları mahrum bırakmıştır:

“Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ondan yüz çeviren ve önceden işlemiş olduklarını unutandan daha zalim kimdir? Biz de onların kalpleri üzerine onu anlamalarını engelleyici bir perde, kulaklarında ise bir ağırlık kıldık. Onları hidayete çağıracak olsan da asla hidayet bulmayacaklardır.” Kehf/57

Doğru Yolu Gösterme Anlamında Hidayet


Allahu Teala bu anlamda kafirlerin doğru yolu görebileceğini bildirmiştir:

“Kafirlere gelince; onları doğru yola hidayet ettik; ancak onlar körlüğü hidayete tercih ettiler.” Fussilet/17

“Şüphesiz ki sen, doğru yola hidayet edersin.” Şura/52

Kabul ve Gereğini Yerine Getirme Anlamında Hidayet


Allahu Teala hidayetin bu türünün kafirler için geçersiz olduğunu belirtmiştir:

“Sen istediğini hidayete ulaştıramazsın. Ancak Allah dilediğini hidayete ulaştırır.” Bakara/272

Öyleyse Allahu Teala Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem sadece doğru yolu gösterme anlamında hidayet etmekle sorumlu olduğunu açıklamış “Şüphesiz sen hidayeti gösterirsin”; kabul etme anlamında hidayete ulaştırma ile sorumlu olmadığını belirtmiştir “Onların hidayet bulması sana ait değildir.”

Allahu Teala kafirler için yalnızca, manayı anlama ve idrak etme anlamında işitmenin ve doğru yolu görme anlamında hidayetin mümkün olduğunu belirtmiştir. Çünkü bu, hüccetin ikamesinde şarttır ve bunsuz hüccet ikame olunmaz. Ancak, kabul ve gereğini yerine getirme ile ilgili (mü’minlere bir nimet olarak bahşetmiş olduğu) ikinci tür işitme ve hidayetin kafirler için mümkün olmadığını belirtmiştir. Çünkü Allahu Teala onlar için iman dilememiştir. Kafirlerde bulunabilecek anlayış ile onlarda olamayacağı bildirilen anlayış hususunda ayırıcı olan budur.