TEKFİRE ENGEL OLAN CEHALET
Bir kimse hakkında kafir olduğuna dair hüküm verilmesine engel olan cahilliktir. Kişinin kafir olduğuna hükmetme konusunda da aynen diğer şer’i hükümlerde olduğu gibi, geçerli sayılan cehalet, hükmün sabit oluşunu engeller. Tekfirin kuralı genel olarak şer’î herhangi bir hükmün kuralının aynısıdır. Ancak ayrıntıları daha fazladır.
Belirli bir kimseyi tekfirin kuralı kısaca şöyledir: “Zahire göre uygulananan dünyevî hükümlerde, küfre düşürücü bir söz söylediği ya da bir fiil işlediği şer’îyollarla sabit olan bir şahıs hakkında tekfir hükmünün şartları yerine gelip, engeller ortadan kalktığında kafir olduğu hükmü verilir. Hükmü, buna ehil olan bir kimse verir. Eğer hakkında hüküm verilen kimse daru’l-İslam’da güç yetirilen bir konumda ise; yetkili olan kimsenin cezayı uygulamadan önce o kişiye istitabe uygulaması vaciptir. Eğer bir güç arkasında veya daru’l-harbe sığınarakkorunuyor (mümteni) ise ona istitabe uygulamadan öldürmek ve malını almak herkes için caizdir. Bu konuda, sonuçta elde edilecek olan maslahat veya mefsedete bakılarak uygun olan tercih edilir.”
Yukarıdaki metinden de anlaşılacağı gibi, cehalet hükmün engelleri arasındadır. Ancak burada şu sorunun da cevabını vermemiz gerekmektedir: Cehalet hükmün mü, yoksa cezanın mı engelidir? Yani küfür ameli işleyen kimse, örneğin; “diriliş ve hesap yoktur” diyen ya da putlara secde eden bir kimse özür olarak kabul edilen bir cehalet ile bu amelleri işlemiş olsa, bu cehalet o kişi hakkında verilecek olan küfür hükmünü mü kaldırır yoksa bu amellerinden dolayı kafir olduğuna hüküm verilir de, cehaleti onun kafire verilecek olan ceza ile cezalandırılmasını mı engeller? Bu, o kişinin daha önceki asli durumuna bağlıdır. Eğer aslen kafir ise, cehalet onun cezalandırılmasının engelidir. Ancak aslen Müslüman ise, cehalet onun kafir olduğuna dair hüküm verilmesine engeldir ki bu zaten o kişinin cezalandırılmasını da engeller. Bunu şöyle açıklayabiliriz:
ASLEN KAFİR OLUP, NEBİ’NİN SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM DAVETİNDEN HABERSİZ OLAN KİMSE
Bu durumdaki kişinin kafir olduğuna hükmedilir, ‘bu kişinin kafir oluşu, İslam’a davet edildiğinde bunu reddetmesine bağlıdır’ denilemez. Bilakis davet ulaşmadan önce de kafir sayılır, ancak tebliğ ulaşıncaya dek küfründen dolayı dünyada iken ceza, ahirette ise azap görmez. İbnu’l-Kayyım bu konuda şöyle demiştir: “İslam’dan başka herhangi bir dine mensup olan bir kimsenin kafir olduğuna inanılması vaciptir. Allah Subhanehu ve Teala, Rasul ile hüccetini ikame etmeden önce (dinin ulaşmasından önce) kimseye azap etmez. Bu, genel olarak böyledir. Fertler hakkındaki hükümleri belirlemek ise Allah’a aittir. Dünyevi hükümlere gelince, bunlar zahire göre verilir. Kafirlerin çocukları ve deli olanları dünyevi hükümlere göre kafirdirler. Onların hükümleri velayeti altında bulundukları kimselerin hükmü gibidir.” Tarîku’l-Hicreteyn, 413
Davet ulaşmasa bile İslam dinine mensup olmayan kimsenin kafir olarak isimlendirilmesinin delilleri şunlardır:
A) Tevbe Sûresi 6. ayet:
“Eğer müşriklerden biri senden eman isterse ona eman ver, ta ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun. Sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu onların gerçekten bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.”
Allahu Teala Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem daveti olan Allah sözünü işitmeden önce ve daveti bilmedikleri halde onları müşrikler olarak isimlendirmiştir:
B) Teğabun Sûresi 2.ayet:
“Sizi yaratan O’dur. Buna rağmen sizden kiminiz kafirdir, kiminiz ise Müslüman. Allah yapmakta olduklarınızı görendir.”
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Müslüman kafire, kafir de Müslümana varis olamaz.” Müttefekun Aleyhi
Kişi için ancak iki din vardır: İslam ya da küfür, yahut iman ya da küfür. Kim Müslüman değil ise kafirdir. Bkz: İbn-i Hazm, el-Faslu fi’l-Milel ve’l-Ehvau ve’n-Nihal, 3/276-285
Bunlar, davetten önce cehalet halinde de olsa kişinin kafir olarak isimlendirilmesine delil teşkil eder. Ancak İslam’a davet edilmeden önce cezalandırılmaz ve öldürülmesi caiz olmaz. Aynı şekilde, tebliğ ulaşmadığı sürece Allahu Teala bir kimseye ahirette azap etmez. Bunun delilleri ise şunlardır:
a) İsra Sûresi 15. ayet:
“Biz bir peygamber gönderinceye kadar azap edecek değiliz”
b) Kasas Sûresi 47. ayet:
“Kendi ellerinin önceden işledikleri dolayısıyla onlara bir musibet isabet ettiğinde; “Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de, böylece biz de senin ayetlerine uysaydık ve müminlerden olsaydık” diyecek olmasalardı...”
c) Taha Sûresi 134.ayet:
“Eğer biz onları bundan önce bir azap ile yıkıma uğratmış olsaydık şüphesiz diyeceklerdi ki: Rabbimiz bize bir elçi gönderseydin de küçülmeden ve aşağılanmadan önce senin ayetlerine tabi olsaydık.”
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Bu ayet Allahu Teala’nın, kafirlere bir peygamber göndermeden önce azap etmeyeceğini ve onların peygamberden önce azaba sebep olacak kötü amelleri işlemiş olduklarını, ancak azabın şartının onlara risalet ile hüccet ikame edilmesi olduğunu açıklamaktadır.”(A.g.e 1/16)
ASLEN MÜSLÜMAN OLAN KİMSE
Özür olarak kabul edilebilecek bir cehalet içerisinde küfre götürücü bir amel işlerse, cehalet kendisi hakkında kafir olduğuna hükmedilmesine ve böylece de cezalandırılmasına engel olmuş olur. Aslî kafirde olduğunun aksine hüccet ikame edilmeden önce kafir olarak isimlendirilmez. Bu konudaki deliller şunlardır:
Birincisi: Zât-u Envat hadisi:
Ebu Vâkıd el-Leysî’den Radıyallahu Anhu, şöyle rivayet edilmiştir: “Rasulullah’la birlikte Huneyn Savaşı’na çıktığımızda biz henüz yeni İslam’a girmiştik. Müşriklerin, çevresinde toplanıp silahlarını astıkları bir sidr ağacı vardı. Buna “Zâtu Envat” diyorlardı. Bir sidr ağacının yanından geçtiğimiz sırada biz dedik ki; “Ya Rasulallah, müşriklerin Zatu Envat’ı olduğu gibi bizim için de bir Zatu Envat belirle.” Rasulullah şöyle dedi: “Allahu Ekber! İşte bunlar Allah’ın Sünnetleri’dir. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki,İsrailoğullarının Musa’ya söylediği şey gibi bir şey söylediniz. Onlar şöyle demişlerdi: “Onların ilahları gibi bizim için de bir ilah yap.” Musa da; “Siz cahil bir topluluksunuz” demişti. Siz de sizden öncekilerin yolunu takip ediyorsunuz.”Tirmizî rivayet edip sahih olduğunu söylemiştir
Burada, şirk olan bir şey istemelerine rağmen, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları tekfir etmedi ve İslam’a yeni girmiş olmaları nedeniyle cehaleti onlar için özür saydı. İşte bu, cehaletin özür kabul edildiği durumlardandır.
İkincisi: Hüccet ikame edilmedikçe kişinin kafir olarak isimlendirilemeyeceğinin bir başka delili de İbn-i Teymiye’nin şu sözünde bahsettiği sahabe icmasıdır: “Hüccet kendisine ulaştıktan sonra, dört farzdan (namaz, zekat, oruç, hac) birisini inkar eden kimse kafirdir. Aynı şekilde, kötülük yapmak, zulüm, yalan söyleme, içki içme gibi haram oluşu mütevatir olarak apaçık bir şekilde bilinen şeylerden herhangi birisinin haramlığını inkar eden kişi de kafirdir. Ancak, İslam’a yeni girmiş birisi veya İslam Şeriatı’nın ulaşmamış olduğu uzak bir yerde yetişen kimse, yahut yanılarak, iman edip salih amel işleyenlerin içkinin haram oluşundan istisna tutulduklarını söyleyen kimse gibi, kendilerine hüccet ulaşmamış olan kimselere gelince, bu gibi kimselere hüccet ikame edilerek istitabe uygulanır. Nitekim Ömer Radıyallahu Anhu bu şekilde hataya düşen kimselere istitabe uygulamıştı. Bu gibi kimseler eğer ısrar ederlerse o zaman kafir olurlar. Bundan önce kafir olduklarına hükmedilmez. Sahabe, Kudame İbn-i Maz’un’un, te’vilinde hataya düştüğü konuda, onun ve arkadaşlarının küfrüne hükmetmemişlerdir.” Mecmuu’l-Fetâvâ, 7/609-610
Aslen Müslüman olan bir kişi için cehaletin, hükme değil cezaya engel olduğunu savunan kişilerin Zât-u Envât hadisine meşhur bir itirazları vardır. Şöyle derler: “Onlar yalnızca isteme noktasında kalmışlar, fiili işlememişlerdir.” Onlar bu sözleriyle, sadece talep etmenin şirk olmadığını ifade etmek istiyorlar. Oysa bu hatadır. Çünkü alimler, küfür olan bir iş işlemeye niyet edenin kafir olacağı hususunda ihtilaf etmemişlerdir.
Şirk olan bir şeyi yalnızca talep etmelerinin de şirk olduğuna Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözü delildir: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki; İsrailoğullarının Musa’ya, “Bize bir ilah kıl” demeleri gibi bir söz söylediniz.” Bu istekleri şirkti, ancak onlar bunu bilmiyorlardı. Çünkü İslam’a yeni girmişlerdi. Mekke’nin fethinde Müslüman olanlar arasındaydılar. Mekke’nin fethinden bir aydan daha az bir süre sonra Rasulullah’la birlikte Huneyn Gazvesi’ne çıktılar. İslam’ı öğrenmek için yeteri kadar vakitleri olmamıştı.