Sözlerin En Doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Dua

Dua

İmanda Huşu ile Nifakta Huşu Arasındaki Fark

İbn Kayyım rahimehullah er-Ruh'ta şöyle der:
 
İmanda, huşu, Al­lah'a ta'zimden, celîl kılmaktan, vakar, korku ve hayâdan dolayı kalbin huşûya ermesidir. Huşûya eren kalp, korkudan, mahcupluktan, sevgiden utancından ve Allah'ın nimetleri karşısında, onların hakkını verememek ne­deniyle kendisine çeki-düzen verecek şekilde kırılır. Kalpte huşu meydana gelince hemen arkasından kalbe bağlı azalarda da huşu görülür.
Nifakta huşu ise, kalp huşu içinde olmadığı halde, azalarda yapmacık bir şekilde yüksünerek görülen huşudur.
Sahabeden bir zat: "Nifakta huşu sahibi ol­maktan Allah'a sığınırım" deyince, "nifakta huşu nasıl olur?" denmiş. O da: "Cesed huşu içinde görülürken, kalbin huşu içinde görülmemesidir" karşılı­ğını vermiştir. Allah'tan korkan kul, kalbinin şehvet ateşlerini söndürmüş, göğsünden çıkan dumanı durmuş; temizlenen göğse azamet nuru dolmuş böylece korku ve vakar karşısında nefsin şehvetleri ölmüştür. Azalarda gö­rülen etkileri kalkmış, vakar içindeki kalp, Rabb'inden kendisine gönderilen huzurla, Allah ve O'nun zikriyle mutmain, mütevazi biri olmuştur. Mütevazî, mutmain kimsedir.
Herhangi bir yerin mütevazı olması, içinde su tutabi­lecek ölçüde çukur olmasıdır. İçerisine akan suyu tutan çukur yer gibi, mütevazı kalp de Allah'tan korkarak mutmain olur.
Tevazû'un belirtisi, Al­lah'a tazimle, halinin perişanlığını göstererek kulun secde etmesi, Allah'a kavuşana dek, secdeye eğdiği başını kaldırmamasıdır.
Kibirli kalp ise kibir­den titrer, başını kaldırır. Bu, içerisinde su tutmayan tümsek yere benzer. İmanda huşu dediğimiz şey işte budur.
Nifakta huşu ve dünyadan alakayı kesmiş gibi görünmek ise, zoraki, göstermelik olarak azaları sakinleştirmek; içte de genç, taze şehvet ve arzu­larla sürekli nefsin çekmesidir. Bu kimse zahirde huşûludür. Bâtında ise vadî yılanı, orman aslanı her iki yanını sarmış, kişiyi parçalama anını gözet­lemektedirler.

Nefsin Şerefi ile Kibir Arasındaki Fark

Nefsin şerefi; insanları boyunlarını kesen düşük şeylerden, rezîletlerden ve tamahkârlıklardan nefsin korunmasıdır. Kişi nefsini, bunlara yaklaşmaktan men eder.
Kibir, nefsin şerefinden ayrıdır. Kendini beğen­mekle başkalarını küçük görmekten kaynaklanan bir huydur. Kibir bu iki şeyden doğar.
Nefsin izzeti ise iki güzel huydan doğar; Nefsini aziz kılarak ona ikram etmek ve düşük, değersiz ve basit kulu olmakla sahibine, efendisi­ne tazim etmek.
Bu iki şeyden de nefsin şerefi ve korunması sağlanır. Bütün bunların temelinde nefsin hazırlanması, toparlanması, mevlâsının, velîsi­nin de ona yardım etmesi yatmaktadır. Hazırlanmayan ve yardımı kaybe­den nefis, her türlü hayrı kaybetmiştir.

Tevazu ile Muhânet (Alçaklık) arasındaki fark

Tevazu, Allah'ı, isimlerini, ce­lal sıfatlarını ve diğer sıfatlarını bilmek; azametini anlamak, O'nu sevmek ve O'nun büyüklüğü karşısında eğilmekle kişinin kendi nefsini, özelliklerini, amellerinin kusurlarını ve afetlerini bilmekten doğar. İşte bütün bunlardan doğan şey tevazûdur.
Tevazu, Allah için kalbin kırılması, kullarına karşı rahmet ve zayıf kanatların gerilmesi kendini kimseden üstün görmemesi, kimsede hakkını olduğuna meyletmemesidir.
Belki insanları kendinden üs­tün görmek, onların kendisi üzerinde hakları olduğuna inanmak gerçek tevazûdur. Tevazu ahlâkını Allah Teâlâ, ancak sevdiği, ikram ettiği ve kendi­sine yaklaştırmayı arzuladığı kimseye verir.
Muhanet ise, arzu ve hazlarını elde etme yolunda, nefsin kendini ortaya koymasıdır. Alçaklık, basitliktir. Ayak takımının, arzularına ulaşmak için yaptıkları tevazu, kendisine (iyilik) yapana karşı tevazu göstermek ve her türlü arzusuna ulaşmak için, arzusuna götüreceğini umduğu kişiye karşı tevazu yapmak böyledir. Aslında bunlar tevazu değil alçaklıktır. Yüce Allah, tevazû'u sever, alçaklığa, muhanete öfkelenir. es-Sahîh'te Rasulullah'tan şöyle hadis rivayet edilmiştir: "Yüce Allah, birbirinize karşı övünmemeniz ye birbirinize karşı zulmetmemeniz için mütevazı olmanızı bana vahyetti.[1]
İki çeşit güzel tevazu vardır.
Birincisi: Allah'ın emrine sarılarak, yasağından da kaçınarak kulun tevazu yapması. Çünkü rahatlığı arayan nefis, emrine karşı ağır davranır. Bundan da bir çeşit kulluktan kaçma, uzaklaşma, yüz çevirme ortaya çıkar. Yasaklanan şeye karşı da bir istek doğar. Allah'ın emir ve nehyine nefsini ko­yan kul, kullukta mütevazı bir kuldur.
İkincisi: Allah'ın büyüklüğü azameti karşısında küçülerek, izzeti ve bü­yüklüğüne boyun eğmektir. Kendinde büyüklenme bulan kul, Allah'ın bü­yüklüğünü, O'ndan başka büyük şey olmadığını; emrine karşı çıkanlara olan şiddetli öfkesini hatırlar, böylece nefsinde tevazu oluşur. Allah'ın büyüklüğü karşısında nefsi kırılır. O'nun korkusundan mutmain olarak, sultanlığına boyun eğer. Tevazû'un son noktası işte budur. Bu ikinci kısım tevazu da bi­rinci kısım olması gerekir. Mütevazı kimse, her iki çeşit tevazu ile Allah'ın kendisini rızıklandırdığı kimsedir. Yardım Allah'tandır.
Allah'ın emrine uyma kuvveti de böyledir. Yani Allah'a tazim etmek, emir ve haklarına Allah onları ikame edene kadar saygı göstermek. Yeryü­zünde yüce olmak, kendini büyük görmek, yönetimde tek kişi olmayı, Al­lah'ın emrine saygı olsun yahut ihanet olsun kendi sözünün tutulmasını ar­zulamaktır.
Yeryüzünde yüce olmak arzusu eğer Allah'ın emrine, haklarına ve rızasına uymazsa bu durumdaki kişi, yüceliği uğruna Allah'ı ilgilendiren şeylere bakmaz, hepsini heder eder. İzzet-i nefisle, Allah'la izzet bulmak da böyledir. Allah'la izzet bulmak, hem emre hem de emredene saygıya götürür. İzzeti nefis ise, kendini büyük görerek elde edemediği hazlarına karşı öfkelenmeye sürükler. Allah için hamiyyet, Allah'ın haklarına saygıdan ötürü kulun kalbinin yanmasıdır. Al­lah'ın sultanlık nuru, kalbini aydınlatan ve bu nurla kalbini dolduran kulun durumu budur. Kul öfkelendiği zaman ancak Allah tarafından kalbine atı­lan nurdan dolayı öfkelenir.
Hadiste belirtildiğine göre: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem öfkele­nince yanakları kıpkırmızı olur; gözlerinde, öfkenin arttırdığı ter belirirdi. Allah adına intikam almadıkça öfkesini hiçbir şey durduramazdı.[2]
Zeyd b. Eslem de babası yoluyla Mûsâ b. İmrân'dan şunu nakleder: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem öf­kelenince, sarığını ateş tutardı."
Görülüyor ki bu, izzeti nefisten farklıdır. Nefisten çıkan hararet, nefsin hazzını elde edememesi yahut onu araması nedeniyle yükselen hararettir. Çünkü fitne nefistedir. Yani nefisteki alev­lenmedir. Nefis, şehvet ve öfke ateşiyle tutuşur. Kısacası, gerek Allah için ge­rekse nefis için alevlenme, uzuvlarda kendini gösterir.
Mutmain nefisteki tutuşma belirtileri, Allah'ın haklarına saygı göstermektir. Emmâre nefis için tutuşmanın belirtileri ise hazzını elde edememesinden dolayı alevlen­mektir. 


[1] Müslim, Nevevi Şerhi,  (17/200)
[2] Buhârî, İlim (27); Müslim, Lukata (2)